30 Nisan 2013 Salı





Seni düşünmekten gözüme uyku girmeyen geceler sana girsin sevgilim, ben artık uyuyorum.

Geçenlerde yolda gider iken tesadüf eseri Sertap Erener'in -iyileşiyorum parçası denk geldi radyoda.
Ha bu BlackBerry telefonlarda radyo yok, sen onca dıdddırıbıddıdaan sonra kendin yüklüyorsun bu bir şikayettir BlackBerry yetkilileri.
Ha şarkıya dönelim.
Aynı beni anlatıyor, ensemden omuz kıvrımlarıma ve oradanda hafif eğim olan bel bölgeme kadar öyle bir rahatlık geliyor kı bu parçada sıkça sürekli tekrar dinleme ihtiyacı duyuyorum.
Belkide kendimi iyileştirmemin yolunu buldum ve pek ala ki buna gülüp seviniyorum.
Gülmeye ihtiyaç var bu memlekette hemde en alalısından.
İnsanların ihtiyaç lıstesının çoğu zaman söyle olduğunu anımsıyorum;
+Ekmek,
+Su,
+Çay,
+Sigara,
+Mutluluk.
(Her ne kadar sigara bana uymasada listenin çoğunluğu bu.)
Mutluluk satılsın abi, kızların ki fıyonklu paketlerde erkeklerin ki onlara uyabilecek bir amblemde işte.
Hayallerimin en diplerinde sakladığım bir meslek bugünlerde bana yeşil ışık yaktı hemeeen olayı kaptım yaklaş annnem dedim.
Gel buraya annem, geel.

Moda tasarım!
Evet içimde bu var.
Kumaşlar, iplikler, iğneler, kendin çiziceksin tasarlayıp giyiceksin bundan misi var mı hı?
O kumaşların dokularını parmak uçlarınla hissetmen koyu ama 10 B kalem ile kumaş dokularının modelini kağıda çizmen bunlar benim için ayrı ayrı fakat çok özel bir zevk.
Ama o parmak uçlarımla kumaşın cinsini anlayabilmem için dokunduğumda tum vücuduma elektrik gidiyordu sanki ayrı bir haz.
Ayrı bir eğim, çok ayrı bir şey işte oğlum.
O yüzden perryle resim kursuna gitmeye kaarar verdim.

Çizimim iyi değil.
Hatta Murat Hoca daha önce çizim yaptın mı dediğinde.
+Buraya gelmeden önce çizmeye kalktım ama ortaya çöp adam çıktı hemde gözlüklü dedim.
Hoca Allah bilir hangi organıyla gülmüştür bana ehee.
Neyse Mucize perryy'mle aynı şehirde yaşıyoruz artık, o resim kursuu için burada bir yurtta kalıyor.
Ama sık sık buluşuyoruz, buluşmasak bile ki bu 2 günü geçmez whatsapp bir parmak kadar ucumuzda eheehey.
Neyse bende kurşa gitmeye karar verdiğimi bir daha teyit etmek istedim.
(Ta ki bu hayalım çok acımasızca sonlandırıldı bazı kokuşmuş sebeplerden dolayı.)
İlk gittiğimde daire ve yatsı elips çiziminin önemini anladım.
Ama abi bir yuvarlak çizmek ne kadar zormuş.
Ha evet sizin anladığınız benim uygulamakta sorun çektiğim o yuvarlaktan bahsediyorum.
Cıkss olmuyor Abii, yani ustu olsa sağı yamuk.
Yanımdaki adamlar karşıda sandalyede oturan mankenı çiziyorlar.
Bende resim kağıdımı onlardan gizli tutmaya çalışıyorum ;
+Kıza bak ehee, daire bile çizemiyor.
Demesinler diye.
Evet okudugunuzda ilk aklınıza gelen gibi eziklendim, utandım.
Sonra hoca her ne kadar oluyor desede bu teselliyi yemedim Murat Hoca burdan diyim.
Sonra karşıma bir basket topu koydu.
Eeneeem yine bir yuvarlak.
Karakterist olaraktan yuvarlağa karşı bir simetrim var.
Sevmiyorum soğuk geliyor yani.
Günlük eşyalarımın, arasında elips ve daire çizgisi bulunması imkansız yanı o kadar illet sevmiyorum çirkin şey seni.
Neyse basket topunu çizdim.
(çizmeye çalıştım)
Öyle falan o gün bitti kurs.
Güzeldi.
İstediğim hayal ettiğim şeylere yaklaşmanın illisyonistik bir ince çizgiydi bu.
Gülümsüyorum, ve etraftaki gözüme batan tüm kötü şeyleri sevmeye başladım.
Buna şaşırdım.
Benim için o kadar hassas ve ince çizgi ki kendimden zerre kaadar taviz vermeye eğilimim olamazdı.
Daha doğrusu aslında sevmeye başladıklarımı önemsemediğiım için gözüme eskisi gibi batmıyorlar demem daha uygun olurdu herhal.
Mutluluk ver elini fora yani.
Ama mutluluklarımın uzun sürmeyecegını bilmem benim için bir klasik.
Ha yabancı gelmiyor üzülmem vs vs.
Başkalarının düşüncesi hayatıma o kadar yansıyor ki, bunlara kulak tıkamakta bazen işlevsel olaraktan zorlanıyorum.
Bir insan için, 'ben ' olamamak ne kadar zor bir şey.
Düşünsenize kendi, düşüncen ve hayalin , isteğin ne bileyim sebepsiz dürtülerle bozuluyor.
Ama artık o kadar dik durmaya alışmışım ki, belimi bükmeye hıc bir sebep neden olmuyor.
Galiba, sanırsam ben güçlü biriyim.
Yıkılmayı sevmiyorum.
Korkmuyorum, önemsemiyorum.
Aslında pekte umursamıyorum. 

The Libertine adlı yazarın bir sözüne rast geldim baya oluyor 1.5 sene kadar fazla olabilir ama az değil.

"Kafana çivi çakmayı bile düşündüm. Ama daha kötü bir şeye karar verdim; Seni görmezden geleceğim."

Bu sözü hayatımın ilkesi edindim.
Mesela ben programsız, hiç bir şeye bağlı olmayan bir insanım.
Hiç bir şeyi fazla bile sevmem, en ufak bir şarkıya bile bağlanmam.
Ne bir ruj rengine, ne bir parfüm kokusuna, ne de rengine takılıp surekli giyebileceğim bir ayakkabıya.
Hiç bir şeye bağlı kalmam.
Ama bu söze bağlandım hatta benim bu bir ilkim.
Neden bağlı kalmam, yeni ve doğal olan her şeyin bir fırsata ve bir şansa ihtiyacı olduğunu düşünürüm.
Her neyse, bu ilkeme dayanaraktan kurstan ayrılmam her ne kadar sarsıntılı geçse de ayağa kalkmayı başardım.
Ama pes etmedım.
İstedim ve bunu yapacaktım ve ben bundan emindim.
Kafama koyduğumu yapma deliliğim var, olmazsa olmazım yanı.
Çizimlere evden devam ediyorum, sağ olsun Yahya hocam vardı kursta ona çizdiğim resimlerin resmini çekip sosyal medyadan bir ileti halinde yollayabilme ihtımalim olduğunu sorduğumda elbette kı deyip sıcak ve samimi davrandı.
Şimdi siz okuyanların önünde ona teşekkür etmek istiyorum.
Ha kendisinden bahsetmeden edemeyeceğim.
Kendisi benim kursta ki Hocam.
Alttaki Perry'mın yazısında bahsettiği Furkan ile amca oğlu oluyorlar.
Dip not; Furkan çok komik birisin evet kabul ama insan yeni tanıdığı birinin sözünü çalar mı?
Hemde benim cıksss.
Neyse şaka kaçtım sana Furkan merhaba.
Kursa 2. Derse girdiğimde, bir garip oldum çizimim bu seferde kuklaydı !
Pis kukla!
Kötü kukla.
Kokuşmuş kukla.
Bel kısmını çizemedım bu sefer ehee ben çok beceriksiz olduğumu düşünmeden edemıyorum.
Neyse o akşamı bir garıptım karsımdakı insanın nasıl bir karaktere ve düşüncelere sahip olduğunu hissedebılme huyum var kahretsin.
Paylaşmayınca omuzlarım ensem ağırıyor.
Mesela Furkan, o kadar komik biri ki, o kadar rol yapabilen biri ki.
İçinde fırtınalar kopsa bile deli gibi kahkaha atabilecek kapasiteye sahip.
İyisin Furkan, iyi.
Dediklerimi unutma, çok güçlüsün.
Ha bir de Yahya Hocam vardı ya hani bir insan bu kadar mı sert, ağır, ciddi olur.
Yanı ismini duyduğumda bile bir sertliği hissediyorum.
Cıkss bir garip oluyor insan yani.
O da düşüncelerini içinde yaşayıp dışarı vurmayı istemeyen bir insan.
Bu konuda yanı anlatamayacağım bir çok konuda ortak noktamız var.
Özel hayatının deşifre edilmemesinde temkinli davrandığı için burada onunla ilgili yayını kestik.

Ha benim bu ara 37 ekran televizyondaki cızırtı gibi arada error veren ruh halim vardı.
Sahi o nerede?
Kesin fındıklı cafe Crown yapmaya gitmiştir.
Ha bu arada yeni alışkanlığım cafe Crown fındıklı bu ara takılıp kaldım.
Şu an bu yazıyı yazarken, Furkan'ın ruh haline girdim.

Canım yanarken kahkaha atma metodunu çok iyi uyguluyorum.
Abi benim canım yanıyor, ben size yukarıda Cafe Crown diyom.
Edeyim ben crownuna cafesine.

İsteklerım elimden alınınca hiç iyi bir insan olmuyorum ben.
Hayat kısa.
Gülüp geçmeye çalışma çabamı yine ve tekrar tekrar yeniden seviyorum galiba.
Diyeceğim o ki bu ara öğrendiğim tek şey;
Eğer sevmediğin kişilerin yüzüne bakmak zorundaysan ve istesende kaçamıyorsan; gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun demektir.


Pembe Gözlük !

26 Nisan 2013 Cuma




"Değer verirsin götü kalkar, seversin kaçar, iyi niyetli davranırsın sustimal eder" Eşşek sudan gelinceye kadar dövülesi insan modeli.
Mutlaka bu tarz insanlar etrafımızı kaplamıştır, yalan söyleyip kıvranmanın zamanı değil şimdi.
Bir sivilce gibi sıkıp yok etmek istedim bak şimdi, beni gidi antibakteriyel beni.
Bu günlerde içimde bir öfke, bir sinir tortusu hakim.
Başkaları için yaşamak, başkalarının dediği gibi yaşamak, başkalarının düşünceleri, başkalarının görüşü, başkalarının dedikleri, başkalarının söyledikleri.
Sıçayım ben o başkalarının her hücresine.
Ben buna kızıyorum, fakat bazen elden gelmiyor biliyorum.
Ama körü körüne altı çizilmiş köleliğe alışmak zor evet, ama üstesinden gelmeye çalışma senfonileri iyi de kulak tıkıyor hani.
Hayatımda kı insanların hiç birini ben seçmedim, fakat bazıları içime öyle oturuyor ki ıhhh kaldırmak mümkün değil.
Hah böyle ol canımı ye canımın içisi.
Bu yazıyı telefonumun not defteri bölümüne yazıyorum, kulağımda kulaklık son ses Duman- Beni yak herşeyi yak.
Bu ara böyleyim.
Dipteyim.
Çıkamıyom, ayyuka abi.
Böyle hani 15-17 büyüdüm daha küçüğüm gelgitleri olur ya hani böyle ağır ergen jargonları böyle bir drama halinde yaşanır ya, ahanda tam öyleyim.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, bazen sırf güleyim diye hunili karikatür sayfasına girip sıyırıyorum evet durum o kadar ağır.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, mümkünse
feysımı bilen ınboxa önerilerini akıtsın.
Zaten bu hafta hep mavi dosyaları düzenlemekten sıkıldım, kimse görmüyor ama ben bazen babetlerimin içinden ayaklarımı çıkarıyorum sıkışıyorlar abi içinde, nefes alsın çocuklar.
Ama ayaklarım kokmaz.
Koksa, ilk ben farkederim cınım.
O değilde aklıma şey geldi, bir insan durup dururken neden kaşınır?
Neden başkalarına sataşma dürtüsü gelir anlamam.
Bazen safın önde gideni olduğumu düşünüyorum.
Sonra tevbe çekiyorum kendime geliyorum.
Geçenlerde mesaj kutumda bir esemes belirdi
, numarası kayıtlı değil mesajda şöyle yazıyordu;

+Saçlarını hala her gece yıkayıp tarıyor musun ?
Rimelinin kapağını her kirpiğine sürüşte eline bulaştırıyor musun?
Sevdiğin pembe rujun bitmiştir şimdiye kadar, aynısını bulabildin mi?
Ha ayrıca, hala o mor badiyi giymeye devam ediyor musun?
Birde o beyaz saatini sana yakıştırmıyorum takma onu lütfen.

Cıkss cıkss abi bu kimdi ha biri şaka yapıyorsa söylesin tırsarım ben olum.
Yani bu öyle biri olmalı ki saçımı, rujumu, rimelimi, saatimi, badimi biliyor.
Abi kimdi bu ibne?
Sonra kafamda hani derler ya ampul yandı, o ampulü asla görmesemde o deyimi yineleme ihtiyacı duydum.
Bu o lan.
Bu en yakın arkadasımla(kaşar) ile, hatta derrs çalıştığımız gün aramızdan işi olduğunu bahane edip ayrılıp benim kaldığım eve bu kaşarı getiren tuvalet tutasının ta kendisiydi.
Ha yani bana mesaj atacak en son kişi yani ne vardı da mesaj atıyor onu anlamadım, hangi yüzle mal !
Ne sıfatla, mesaj atarsın çift sarılı yumurtanın çiğ kalan tarafı seni.
Mendebur, suratsız seni.
Paslanmış mandal, buruşuk gömlek.
Tuvalet kağıdının kartonu ne yüzle hala beni merak edersin.
En son bir şey demeyip gittiysem sizin pisliğinizden sıyrılmak içindi.
Allahım, seni seviyom.
Çok seviyom Allahım.
Ama su gereksiz lavazımata biraz ar, gurur, yüz nasıp et benim güzel Allahım.
Tabi bu mesaja sinirlendim.
İçeriğine değil asla.
İsmini karaladığım insanın üzerindeki çizgiyi asla bir silgi ile silmeye çalışmam.
Ben kırtasiyeci Mehmet amcamıyım yeeaaa.
Mesajı kaale alıp cevap vermedim, derhal hafızamdan çıkarmak için sildim.

Uff, pufff yok olduu.
Ayrıca dibine not ki;
En büyük haz,arkanda köpek gibi pişman olan birinin olduğunu bilmektir, paha biçilemez.


Pembe Gözlük!

21 Nisan 2013 Pazar











Çocukken çok güzeldi, ayrımcılık yoktu. Hepimiz geri zekalıydık.
Sonra biz devam ettik sen geri zekalı olarak kaldın.









Akıllı olmak benim maharetim olmadığı gibi gerızekalı olmanda aynı düzlemde senin suçundu ablacım.
Bazen çok fazla hakaret ettiğimi düşünüyorum, sonra bu yazdıklarımı okuyup ne anlatmışım diye baktığım sür aşağı be bre diyorum.
Az söylemişim diyorum sonrada.
Müstahak, müstahak hakaretler.
Ayrıca ben ufakken müstahak ve musakka kelimesini hep karıştırırdım ahaha , ne alaka demeyin gerçek bak.
Neyse klasik bir is maratonu sabahı kalktım uyandım, abi ne sinirleniyorum bir bilseniz yaz gelmiyor, kıçım donuyor resmen ben çok üşürüm. 
He hani gel de yazcım botlarımı dolaba tıkmak istiyom artık.
Babetler tüm kıs sesi çıkmadan beklediler, acı onlara terbiyesiz kış! 
Perryle koşuşturmalarımın arasında yorgunluk molası vermek için onu daha önce hiç götürmediğim cafeye götürdüm. Gürültülü ve kalabalık bir yer. Ama ben onca kalabalıkta yalnız kalmayı, mutsuzluklarımı çay bardağımın yanına koyduğum çay kaşığımın yanına iliştiriveriyorum.
Garson sadece boş çay bardağımı almıyor, tıkıştırdıklarımı da götürüyor.
Fakat farkında değil, olsaydı melenkkk zannederdi kendini tıpsız velet.
Garson geldiğinde 2 açık çay söyledik ben 3 şekerli o şekersiz içerdi.
Neden şeker gibi KIZIM sanıyonuz oluuum.
Sonra havadan sudan konuşurkene.
Başladım ben anlatmaya.
+ Burada benim doğum günüm olmuştu
- aaaa geçen sene mi?
+Yok olmuştu işte.
Sonra ben nerden çıktıysa özgüven cıktım, onca kalabalıkta (caddenin tüm tikileri, conconları herkes bu cafede takılır)kalktım şiir okudum.
Şimdi burada yazınca 23 Nisan şiirini okuyan çocuklar gibi hayal ettiniz ama silin o kafanızdaki baloncukları, dağıtın çarpı atın bir.
Cıktım işte vokalisti tanıyordum Umut abi.
Şiiri okurken kaptırdım kendimi titriyorum, böyle hafif fon müziği eşliğinde.
Sonra okuduktan sonra alkışladılar ıslık çaldılar, ki bu tepkiyi asla mı asla beklemiyordum.
Sonra sanatın ve verdiğin emeğin meyvelerini almak ne demek olduğunu öğrendim.
Güzeldi hoş bir deneyim tatmıştım.
Alkışlar durduktan sonra söyle bir konuşma yapmıştım;

+ Beğendiğiniz ve alkışlarınız için yanımda olduğunuz için gerçekten teşekkür ederim.
Fakat bu şiir bana ait değil, bu şiir sevdiğim çok değer verdiğim birine ait.
Benim için özel biri anlatabildim mi?
(nasıl doğal konuşup free davranmışım akıl edemiyom hala)
O burada değil, ısı olmasaydı olurdu biliyorum ve gözlerim hala kapıda.
Ayrıca bunları niye anlatıyorum bilmiyorum ama beni anlamanızı bekledim sadece teşekkür ederim tekrardan iyi eğlenceler arkadaşlar deyip, mikrofonu Umut abiye teslim ettim.
Abi ne kırgınlıkla okumuşum, nasıl paramparçaydım ya la.
Yanı nasıl ağlamadan mantıklı cümle kurmuşum şaşırıyorum kendime.
Masama geçtiğimde bir gözyaşı yağmuru tuttu, nasıl sıkıp tuttuysam artık nasıl ağlıyorum.
Artık yanımdakiler bunu yapma ama bari bugün yapma bugün senin en mutlu günün diye söylendiler, bugün en mutlu günümse ben niye ağlıyom oğlum mal mıyım ben!
Mutlu günüm değil, ve bugün ağlayıp sızlamam için en doğru gün diye çıkıştım etrafımda kim varsa.
Ne dibe vuruşlukla ağlayıp zırlıyom lan.
Yan masalardan bana bakıp üzülme tipi belirten yüz ifadelerini gördükçe kahr oluyordum lan.
Vay lan ne yazık.
O gece bir türlü sabah edemedim.
Ne uyku, ne huzur hiç bir şey yoktu.
Bunları tekrarladım Perrye.
Anlatırken aynı acıyı hissetmediğimi fark ettim.
Ha şimdi anlatırken de onu anarken de zerre bir şey hissetmediğimi de anladım.
Hissettiğim tek şey, acımı sevmiş olmamdı.
Acıma çocuğum gibi bakma hissi var içimde. 
Biri karsıma çıkıp laf edecek olsa, üzerlerine yürüyüp hopp oluuum ne oluyor deyip kafa göz dalasım var. 
Böyle de psikopatım.
İlişkimiz diye bir şeyde yokmuş zaten çok boktan şeymiş.
Bakın sayın boş vakti olup ta blog yazılarımızın arasında cirit atan okuyanlar;
"İlişkinin üç hali vardır; 
1- Hayvan gibi seviyor.
2- Seviyor gibi.
3- Hayvan."
Bende;
Hayvan gibi sevdim,
seviyor qaLiba .s dedim.
Ve eşittir sonuç o bir hayvan!
Evet hayvan.
Öküz mü desem, sığır mı kararsız kaldım.
Ama ortaya karışık çoban salata demem daha hayırlı.
Sonra vay efendim üzülen ben.
Hiç bir zaman üzülen düşen insana tekme atmadım.
Ama hep kötü bilindim.
Umurumda mı peki bu?
Hayır.
Hiçte olmadı.
Mutlu olmak için.
Sadece isteklerimi yaptım.
-kendi isteklerimi.
Eskiden böyle değildim.
İnsanları kırmamak için parçalanır dururdum.
Kuklaydım.
Minik ve tahtadan olan bir kukla.
Geçenler stajda ve yoğunluğu diz boyu olan bir günde, mavi dosyaları karıştırırken.
Mesaj geldi telefonuma hatırlamıyorum ama kimden.
O ara feyse gireyim dedim.
İlhan Berk'in su sözüne rastladım.
"Kimseyi kırmayayım diyorum, bir de bakıyorum kendim paramparçayım."
Ne güzelde söylemiş.
Misss gibi, sıcak ekmek gibi, çay gibi koktu bu söz burnuma.
Durum tamda bu hali aldı bende.
Ama şimdi çok mutluyum, bu yazımı okuyanlara tavsiye, kimse için uğraşmayın vesselam değmiyor.
Değenler nerede?
Siktir olup gittiler.
Ok by.
Ha ayrıca dedikleri gibi güzelde değildi o doğum günü, hayatımın en rezil günüydü, doğum günü kutlamalarına karşıyım o vakitten sonra.
Batsın doğum günleri, yaşasın eski sevgililerin cenaze töreni!


Pembe gözlük..

18 Nisan 2013 Perşembe



Bazen hakaret ediyorum diye kızdığınızı duyar gibi oluyorum.

Kızmayın.
Siz de edin benim yerime ohh kebap fashion.

"Sevgili" diye yazılır; kalp-akıl-sinir hastalığı, yüksek tansiyon, kalp yetmezliği, uyku bozukluğu diye okunur.

Evet yukarıda tanımladığım gibiydi benim içinde, ama hayatımda değildi embesil.
O ara benim 5 çocuğum ve 1 tane karnımda 9 aylık bebe vardı, öyle hissediyordum kendimi ama bariz o moda soktum kendimi.
Hak ediyor muydum peki?
Bana göre hayır.
Ama bir şeyi iyi biliyorum ki yaşadığım bu boktan bir acıyı bir daha yaşamayacağım!
Her okul çıkışı caddede 5 dakika görme ihtimaline dayanaraktan 3-5 tur atıyordum.
Botlarım güzeldi, ama su alıyordu.
Eldivenlerim yoktu, ama ceplerim vardı onun elleri de yoktu.
Zaten alsın alsın .. soksun.
Eve gittiğim de parmaklarım büzüşmüş oluyordu genelde.
Kıyafetlerim ıslak oluyordu. Çünkü hava muhalefetini önemsemeden yapıyordum bu aptallığı.
Kış ayı boyunca bunları sürekli tekrarladım.
Yağmurda sırılsıklam kim sana avare avare gez diyor mal!
Dayanamadım tabi, h

asta oldum.
Üşüdüm.
Kendime zarar verdim.
Mutsuzdum çünkü.
Ölmek istiyordum, korkmuyordum da bundan.
Nasıl korkmam ölümden.
O çok soğuktu, sonu buhranlı bir yoldu benim için beynimde.
Bu satırları yazarken beni titretti, uuuw.

Bu işin sonu ameliyata kadar gitti. 
O zaman bana acımaya kalktı bu sığır.
Ameliyatlarda ağır geçti, doktor stres daha geç iyileştirir dedi ve öyle de oldu.
Bu doktorlar nasıl her şeyi biliyo yeaa.
Hastane ameliyat olaylarını duymuş bu mandanın kuyruğu ve o
 zaman bana acımaya kalktı bu sığır.
Hayatta her şeye katlanabilirdim fakat bana acınmasına asla.
Acımı en ağırından çektim.
Şimdi hayatımdaki tek acı çiğ köftenin içindeki acı.
Yok abi. 
Acıya tahammül sınırım yoktu.
Bedenime eziyet etmeyi sevk haline getirdiğim de sıyırma noktasına vardığımı fark ettim.
Ben mal mıydım?
+evet. 
İyi bir bok muydu?
+hayır.
O zaman bu haltı niye yapıyon?
+bilmiyorum.
İşte hayatım bu kısır döngüden ibaret
Ama şunu da düşündüm ki;
Seninle aramızda sadece iki sorun vardı. 1. ben sana hiç güvenmedim. 2. beni hiç yanıltmadın.
Güvenmedim ama tuvalet fırçasının klozetle olan ilişkisi gibi de yapıştım sana.
Mutlu değildim lan, yazıktı bana.
Hadi şeker alıp mutlu edin beni.
Hayatıma düzen vermeye başladım.
İlk önce o konuyu düşünmeyerek.
İnanılmaz ama bunu basardım.
Eehehe yok o lan.
Vay pezevenk pustt, hatırlanmıyon lan.
Ama her genel eee nasıl gidiyorsunuz diyor.
Ebenin kıçı gitmiyoruz lan, yok kimse.
İyi olmam için birine muhtaç değilim.
Bu zor zamanımda bana en iyi ders bu oldu.

-"iyi olmam için kimseye muhtaç olmamak"

Başarmaya çalışırken çok ıkındım yalan değil.
Ama başardım. 
Zaten mutluluk, pantolona işemek gibidir bana göre.
ıslaklığı herkes görür ama sıcaklığı yalnız sen hissedersin
Kime neydi ki benim iyi olmamdan.
Kendime mutlu olmak için sebepler ürettim, şükür etmeyi öğrendim.
Bu mal köftehor bana baya iyi şeyler öğretti.
Allahtan gitti ha.
Mesela bak maddelerime ;
+ insanın sabahın köründe mesaj atıp uykusunun içine sıçan bir sevgilisinin olmayışı büyük lüks.

+Nereye gittiğini merak edip her işine burnunu sokan biri yok.
+eşyalarında kusur bulacak biri yok.
+makyajına, sacına, basına karışacak bir şey yok.
+ aşkııım eve geldin mı diye sırnaşacak biri yok.
+yemeğini ye, bak üzülürüm diyen ana kuzusu yok.

 Git anan yedirsin yemeğini git ona zırla hayvan.

Bu maddeler beni mutlu etti lan ehehe.

O değil de artık mutluyum o lüzumsuz şeffaf renkli parlatıcım artık hayatımda yok yuhhhhııı.
Bu zaman zarfında büyüdüm.
Kimseye güvenmedim.
Sevmedim.
Yalnızlık kafaydı kraldı, sonra kitap okumaktan yürüyen kütüphane oldum.
Mutlu oldum mu?
+evet.
Mutlumu-yum?
+evet.
O zaman vurayım götüne, gitsin Mersin’e.
(Tüm Mersin’e ve tantunilerine selam)
Ha ayrıca;
Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyorum ama, içerde işler iyi gitmiyor diyebilirim. Sanırım ishal oldum lan. :(

Pembe Gözlük




13 Nisan 2013 Cumartesi






Son Veda

+'Şehrin büyük ve yeni yapılandırmaya göre klimalı olan belediye koltuğunda otururken ki verdiği burukluk, uzun müddet uğramamıştı üzerime.
Şimdi uğradı.
Çünkü 10 dakika önce beni bir otobüse bindirdin, ve gerisi malum.
Gittin gerizekali, gittin.
Yavşak olup, ilk kavşaktan gittin.
Şimdi senin için; 'sen onun için fazlasın' diyecekler.
Sende 'benim için fazla iyisin.'. diye zırvalayıp cehennemin dibine kadar gideceksin.
Hem "Sen benim için fazla iyisin" diyerek sizi terk eden kişi 'yavşak' olurken, "sen onun için fazla iyisin" diyen kişi neden 'dost' oluyor, bunu da çözebilmiş değilim.
Zaten bunu çözebilseydim, benim olman saçmalığını yapmazdım.
Zaten bizim beklediğimiz zamanın bizi beklediği de yok neyin kafasını yaşıyoruz anlamış değilim.
Sonra artık beni sevme.
Düşünme,
aklına getirme,
öpme,
dokunma,
duyma.
Senden nefret ettir.
Ne bileyim, her zaman ki gibi siktir olup git mesela.'


-Diye yazmış ayrıldıktan tam yirmi iki dakika sonra. Yapmak istediğim tam da bu. Kendimden nefret ettirmek. Çünkü onu uğurladığım bu yolculuğu ayrılık zannediyor. Ama beni sonsuzluğa uğurlamayı kaldıramayacağını bildiğim için yapıyorum bunu. Çaresi henüz keşfedilmemiş ama ben öldükten sonra devası bulunacak bir hastalığı taşıyordum hücrelerimde. Vaktim azdı. Yapmak zorunda olduğum ama içimi kavuran,canıma tuz biber olan ve iki gözümü arkamda, yani onda bıraktığım bu ayrılığı delicesine yağan yağmurun altında, içip içip sarhoş olduğumuzda söylediğimiz şarkıları dinlemek için taktığım kulaklıkta, iki elim cebimde hazmetmeye çalışıyorum. İki sene sonra okullarımız bitecek ve evlenecektik çünkü. Henüz yaşımızın en yaşanılası anlarındayken,ben sinsi bir hastalığa yenik düşüyorum. Son günlerimde yanımda olmasını isteyebileceğim tek melek o iken bu dünyada,onun da benimle eriyişini görmek istemiyorum. O ayrıldığımızı zannediyor ama benim onu sonsuza dek sevmiş olacağımı bilmiyor. Islanan pantalon paçalarımın birbirine sürterken çıkardığı ses sürtüklerin yatakta çıkardığı sesten bile çirkin. Saçlarımın uçlarından burnuma damlayan yağmur sularıyla oyalıyorum kendimi. Başımı göğe kaldırıyorum ki belli olmasın yaşlarımın içindeki yaşadıklarım. En çokta yaşayamadıklarım. Tanrı'nın beni yanına bu kadar erken alırken cezalandırdığı günahlarım, benim meleğimi üzmeme neden olacak kadar büyük değildi. O otobüse binerken ki bakışını taaaaa şuramda hissederek öleceğimi hangi canlı telaffuz edebilir bana bilmiyorum. Hemen şu an vakti olsa ve bedenim beni su birikintisinin içine bıraksa. İçimde öylesi bir cehennem var ki,kavruldukça küle dönüyorum. Onun gözünden akan tek bir yaşın kurbanı oluyorum. Tanrı benim günah işlememe tanık olmuştu. Onun canını yaktığım kadar,bu günahla hangi cehennemde yanabilirim o kadar bilmiyorum. Günler geçiyor ve vicdanım beni uçurumdan aşağı atıp felç bırakıyordu. Ayakta kalmamı sağlayan ilaçların hepsini bir anda almak bile beni bu kadar öldürmeyecekti. Saçlarını düşledim. Simsiyah bir deniz dalgası gibi. Doğum günümde bana 'beni yazarak yaşa.' cümlesini kurarak uzattığı kalem ve deftere uzanıyorum titreyen ellerimin yardımıyla. Bir bardak su ve bir kaç kutu dolusu ilaç. Gözyaşlarımı yüreğimde bile hissederken yutuyorum hepsini... Zor olsada bir araya getireceğim bu harfleri:


“Seni hep sevdim,hep düşündüm,hep aklımdaydın. Tanrı bizi çok gördü birbirimize. Onun işine karışmam imkansızdı sevdiğim. Bana yazdığın o son mesajınla uyuyordum her gece. Nefes alamadığım zamanlar sarhoşken söylediğimiz şarkıları dinliyorum uzuuunn otoban kenarlarında yürütürken bacaklarımı. Gitmem gerekti sevdiğim. Her gün biraz daha bitişimi paylaşamazdım seninle. Seni lanetin içine kendimle birlikte sürükleyemezdim. Bak bu defterde seni yazarken yaşadım hep. Bu seferde seni yazarken kendim ölüyorum. Geriye kalan zamanlarımın bir önemi yok. Çünkü sen yoksun be sevdiğim sen yoksun! Bunları okuduktan sonra hiç bir suçluluğu alınmayacaksın üzerine. Bu hayatın suçu. Ne senin ne de benim. Benim için üzülebilirsin fakat ağlamana izin vermiyorum. ‘Huzurlu uykular erkeğim’ derdin gülümseyerek ve aynı cümleyi kurup gülümse sevdiğim. Ben her anında seni izliyor olacağım. Sen bu dünyanın en güçlü kadını olacaksın. Cennette seni bekliyorum meleğim. Ama bu sefer geç kalmanı istiyorum beklediğim yere.

Seni seviyorum.
Kalbimle birlikte kal.

- 'Meleğime'
Hayır şu an elimdeki ip değil.
Onun siyah deniz dalgası saçları.
Şimdi orada boğulacağım.
Sallanan bir tabureden,
gözlerimi karşımda duran ikimizin fotoğrafına asıyorum...


+Pembe Gözlük

-Perry

6 Nisan 2013 Cumartesi


Kural 1; Siz siz olun sevgilinizi arkadaşlarınızla tanıştırmayın!

Bir şey olmaz demeyin.
Otu çıkıyor, boku çıkıyor.
Sonra aynı yatağın çarşafını buruşturduğunu görürseniz şaşırmayın.
Yoğun hafta sonu trafiğimde ders çalışmak için arkadaşlarla cafe de buluşmak için anlaştık.
Sevgilimde hafta sonu plan program yapmasın diye nasıl yalvarıyorum Allah'a.
Anlatsam bir edebiyat tarihi kompozisyonu çıkar bundan eminim.
Neyse ben dua ederken aradı beni aşkellam.
-Bebeğim?
+Aşkııaam, napıyorsun?
-İyiyim börtü böceğim, öyle arkadaşlarla evdeyiz sen napıyorsun?
+Hafta sonu yine ders yaa, bu hocalara da anlam veremiyorum hafta başı sınav mı olur olooom.
(Bahaneye zemin, ah beni gidi benii)
-Olsun hatunum benim, dersini çalışırsın geçersin sana güveniyorum.
+ Canım sevgilim benim , muaah.
-Öptüm bal kaymağam.
+Keçi boynuzum deseydin aşkım, ne o öyle hep yiyecek, böcekle hı?
-İnatçılık etme keçi, dersine çalışıyorsun hemen bakayım.
+Ehe, tamam sevgilim nasıl dersen. .s
(Bir gaza geldi ki, böyle endişelenip ürkme seyimden, ehehe yerim onu.)
Dibin notu; Hatunum diyen ağzını burar burar yerim!
Tamam kabul ben senin cevizli pekmezinim, bensiz bir hiçsin.
- Hafta sonu sen ders çalışırsın bende evden çıkmam hem çocuklarla anlaştık, pes falan oynarız sende derslerini ihmal etmemiş olursun bebeğim.
(Herif ohh şükür bahanemde hazır diyor, pis sinsi)
+Olur aşkım .
Neyse hafta sonunu da hallettiysek sorun kalmamıştır.
Burcu'yu aradım.
Ha bu arada Burcu arkadaş grubumuzun en neşeli, en hoş ve komik kızıdır.
Herkes o olmazsa bizi kim eğlendirecek diye gülüşüp dururuz.
+aloo kanka pazar günü o cafede buluşalım notları almadan gelme kopya vermem bak olum şimdiden diyim.
- tamam be tamam, Allahın cimrisi bir kopya verirsin 2 sene çin seddinden uzun dilinle konuşursun.
+Eheheh tamam kızım sus burada telefon şirketim yok, faturam var hanyy kol gibi.
-Bir de cimri tamam tamam hadi görüşürük öptüm bebeğim.
(Kız ağzıma sıçacak, ben hala not getir diyorum.
Allah’ım beni çok iyi yarattın çok tenk yu ama bu kadar da katıksız mal yapmasaydın be Allah’ım.)
Derken hafta sonu geldi, ders notları flashı, bilgisayarımı alıp çıktım evden.
Dediğimiz yer de buluştuk açık ve esmer şekerli çayımın eşliğinde derse başladık.
Sevgilime ders çalışmaya başladığımızı ve müsait olduğumda mesaj atacağımı söyledim.
+Rahatsız olma sevgilim benim, ben evdeyim seni çok seviyorum. 
-Bende çok seviyorum sevgilim, iyi eğlenceler. 
Son mesajlaşmalarımız böyleydi.
Son diyordum çünkü göreceğim manzaradan habersizdim.
İyi eğlenceler diyordum çünkü eğlencesi gerçekten iyiydi.
Sonra acıktığımızı fark ettik ve yemek yemek için benim çok sevdiğim bir ıslama köftecisine gittik.
Sonra geç olduğunu söyleyip öpüşüp koklaşıp ayrıldık.
Tabi ayrılmaya karar verdiğimizden sonra yarım saat daha ayrılma öpüşüp koklaşma senfonisi, giderayak muhabbeti.
O muhabbetin lezzeti yok, evet yok .
Ne hoştur o hoş.
Burcu daha cafedeyken işi olduğunu ve erken ayrılması gerektiğini söyledi.
Ehehe paçoz bassın sana Kamil hoca sıfırı da gör ebenin hörekesinin ikametgahını diye geveliyorum geyik yapıyoruz aklı sıra kızlarla.
Neyse madem hava sıcak bu sıcakta eve kapanmak bana ölümdü, kötüydü pisti, kakaydı.
En sevdiğimiz dondurmaları kapıp sevgilime baskın yapmaya karar verdim.
Belki o çok sevdiğimiz bitter çikolata aromalı dondurmalı ağzımızla öpüşürdük hı?
Sevgilim kapıyı açtığında böööğğ aşkıııaaaııım ben geldim diyip boynuna sarılmaya niyetliyim.
Ah o boynunun kokusu yok mu kokusu.
Evet şimdi -yok.
Ama o zaman vardı işte ve ben ona ölüyordum.
Bir yandan sevgilim mesaj atıyor ;
+Nasıl gidiyor ders çalışman hayatım?
-İyi gidiyor bebeğim devam, sen napıyosun?
+ iyiyim yemek yiyoruz arkadaşlarla aşkım.
-Afiyet olsun bebeğim.
Tamam, evdeymiş gitmem daha da kesinleşti.
Kabalık olmasın diye arkadaşlarına da aldım dondurma.
Bir de ucuz demesinler diye max değil de magnum almıştım ahaha.
Neyse dondurmaları kapıp aylak aylak, seke seke hatta zıplaya zıplaya koşa koşa sevgilime gidiyorum, birde bir özlem var ki anlatamam 15 sene görüşmüyoruz sanki.
Dondurmalar erimesin diye hızlı hareket ediyorum.
Apartman kapısı acıktı, sansıma.
Merdivenleri 2 basamak atlaya atlaya çıktım.
Çünkü sevgilime kavuşçam olum eehe diye şımarıyordum kendimce.
Anahtarı vardı, hasta olduğunda çantam kalmıştı.
Açtım kapıyı, evde ses yok.
Dedim herhalde tıp oynuyorlar.
O değil de bu ev niye toplu?

Salona geçtim, süpriz yapcam ya, parmak ucunda yürüyom.
Baktım televizyon kapalı, oyun konsolları yerde.
Bunlar pes oynadılar kola bardakları, cips bardakları hatta 10 dakika önce yemek yediklerini söylemişti ve yemek artıklarını sehpanın üzerine de bırakmamışlar.
Ha temizlediler dicem öyle adetleri yok ve 10 dk da değil geviş getire getire 3 saatte yemek yer bu sığırlar biliyorum.
Lokmaya bakıp yesem mi?
Yemesem mi diye düşünürler.
Hatta bazen istihareye yatmalarını tavsiye etmek geliyor içimden.
Bu terslikte bir iş var dı amma, çözeceğiz bakalım.
Ve berjerin arkasında bir kol çantası takıldı gözüme
Çocukların sevgilisi unutmuştur dedim.
Hala safın tekiyim ya pes pes!
Acaba uyudu mu benim herif ..
Yanı uyuduysa bile neden yemek yiyoruz diye sallıyor anlamış değilim.
Dondurmaları dolaba koyduktan sonra, odasına girmeye karar verdim.
Abi bu yemekten sonra ya duşa girdiyse , ya giyiniyorsa dalmasam iyiydi odaya.
Sevgilimde olsa cıbıl cıbıl görmem için erken.
Hem ben utanırım ehe.
Fazla düşünmeden kapıyı açtım;
+ sevgiliiiiim , diye bağırıyom.
Hay dilme eşek arısı soksaymış.
Ağzıma kramp girseymiş.
Kusarken boğulsaymışım da bağırmasaydım mal mal.
Annem beni doğururken o ağlayan ağzımı dikselermiş.
Gördüğüm manzara karsısında hani film şeridi derler ya, film şeridi değil oscar töreninin kırmızı halı yürüyüşü defilesi bile geçti o an aklımdan.
Sevgilim yatıyordu ve yanında ahh pardon koynunda, ısı olduğunu söyleyip yanımızdan erken ayrılan burcu.
Yok yazarken bile hala şaşkınlığım üzerimde.
Sasırdım.
Duraksadım.
Ama tepki yok bende hala.
Bakıyorum ağzım açık.
Burcu hemen üzerinde ki çarşafa nasıl siper oluyor ona bakıyorum.
O kirlenmiş vücudunu ekru renkli çarşafa dolayıp aklı sıra bir şeylerin ayıbını kapama derdindeydi.
He sevgilimde bu arada bir şeyler diyor, ama ben duyamıyorum.
Bir uğultu gibi.
Hala sevgilim diyorum helal spr dvm .
Sonra;
+niye böyle yaptın? dedim sevgilim olacak o mendebura.
- beni dinlemelisin, açıklama yapmayı hak ediyorum.
+yanlışlıkla mı oldu diyeceksin?
-kestirip atma, dinle beni ne olur.
O an sadece neden haklı, suçlu arıyoruz diye düşündüm.
Lan mal, ulan geri zekalı, kız koynunda neyi anlatıyorsun!
Neyin açıklamasını yapıyorsun!
Neyi kestirip atıyorum!
Burcu'nun sadece gözlerine baktım.
+ O kadar ucuzsun ki sana bir şey demeyeceğim.
- beni dinle bak öyle değil ne olur dur. Dedi.
Ve siz olsaydınız Burcu’nun saçını başını yolar, sevgilinize tokat atıp hakaret edip saldırırız der gibi duyuyorum.
Yapmadım.
Yapmazdım.
Yapamazdım.
O kadar eğreti ki, o kadar kaşarlanmışlardı ki, daha fazla o çamura batmak istemedim.
Ve elbet sırası gelir dedim.
O kadar zavallıydılar ki, gözlerimde küçüldüler, yok oldular ve bir daha onları görmedim.
O kapıdan çıkarken şunu fark ettim; artık sevgilimin boynu güzel kokmadığını, ellerinin çirkin olduğunu, tırnaklarının kenarlarının et bağladığını, dişlerinin sararmış olduğunu ve çirkin giyindiğini de fark ettim.
Ve ayrıca sevgilim dedim kişinin buruşuk yatak çarşafı, burcunun tenine yakışmamıştı.
Tıp ki yüzünde ki fahişelik gibi.
Yapmam gereken tek şey kapıyı çarpıp gitmek gerektiğiydi.
Acaba tüm bu yaşadıklarıma kapıyı kapatabilecek miydim?
Hatayı nerede yaptığımı bilmiyorum.
Ha bu yüzünü nerden aldı onu daha daha bilmiyorum.
Ve su an tek bildiğim şey;
Tuvallette sigara izmariti gibiyim.
Üstüme işeyenleri geçtim, yolun sonu kara delik. Pembe Gözlük .