14 Ağustos 2013 Çarşamba































Bisiklet sürerken art arda pedalları çevirip hızlandıktan sonra, pedalları o müthiş hızla ters yöne çevirerek huzur bulduğum yıllar vardı.                        
Şimdi ise hüzünden bozma gecelere teslim olduğum günler.
Nescafe, kulaklık, kitap üçlüsü ile sarmalandığım.
Koltuğa yapışıp, kare desenli battaniye ile ömür geçirme derdim var.
Ne kadar mutsuz ve samimiyetsiz değil mi?
Ben böyle değildim.
Beni böyle yapan o zıkkım şarkılar, fakat bunu ispatlayamıyorum.
Yazdığım yazıların devamını, okuduğum kitapların diğer yarısına ulaşamıyorum.
Her şey çok yarım bazı bazı.
İçimin içi varmış gibi, en derini acıyor.
Birde Sezen bastırıyor iyice bok gibi oluyorum.
Yapma Sezen.
Farid Farjad'ında farkı yok bizim Sezen'den.
Canımızı yakmak için anlaşma yapmışlar sanki.
İçim bu kadar kavrulurken Taksimin asıl direnişi içimde!
Taksimin sahte, gerçekçi siyasetçileri içimde çarpışıp miting atıyorlar.
İster istemez ülkenin provokasyonlarına dur diyorum.
Duruyorum.
-Ve
Susuyorum.
Yine bir bayramdı ama bu sefer baş ucumda dün geceden katladığım eşyalarım yoktu.
Tokalarımda komidinin üzerinde değildi, hem bu bayram ince muz çorap alsın diye anneme ağlamamıştım.
Kol çantamın içine bitmiş ama o aşık olduğum komşunun verdiği parfüm şişelerini de doldurmamıştım.
Para verirlerse koyabileceğim, bozuk para cüzdanımda bulunmuyordu artık.
Ayakkabılarım bile fiyonklu değildi daha ne olsun?
Aslında bayram sevinci bile yoktu, o neydi öyle be?
Yolda görsen selamını esirgeyeceğin insanların evine samimiyetsizce gidip elini öpüp yiyip içiyorsun.
Hiçbir şey olmamış gibi gerçekten merak edercesine hal hatır sormalar, kibarlıktan endişelenmeler.
Baştan aşağı kıyafet markasına  bakarak insan süzmeler.
Hiç benlik değildi.
Neyse ki buna katlanmak gerekiyor yılın mübarek aylarında.
Meşhur bayram sabahı kahvaltısı sonrasında aile ziyaretleri için yolda geçen tartışmalar eşliğinde kabristana doğru yol aldık.
Bilmem hep bir tartışma vardır bizde.
Neden yahut niye diye sorulmaz vardır işte bir bağrış.
Ya da annemin zamanında yuttuklarının dışarıya kusması da denilebilir buna.
Babamın babası olan dedemden başladık mezar ziyaretine, Allah affetsin de bir insan bu kadar gudubet, bu kadar soğuk, bu kadar sevilmezdi her hal.
Ama yine de vicdanım dua etmemi engelleyemiyordu.
Ağustos sıcağında olsak bile mezarlık üşütüyordu, çok ürperdim ve sündüm bayramlık kıyafetlerimin içlerinde.
Boğazıma sanki mahallenin piç kurusu çocuğu yumruk atmıştı, böyle bir yutkunamamazlık vardı.
Mezarın başına geldiğimde iki elim semaya kalkmış dua ederken buldum kendimi.
Ağladım, neden diye sorsanız bilmem.
Acıdı işte, ne kadar nekbet, gudubet, huysuz ihtiyar olsa da acıdım.
Onu orada yalnız bırakmak istemedim.
Babamın canıydı, can yarısıydı.
Onun gözünde hiç göz yaşı görmedim, hüzünlenmişti yüzünün burulmasından anladım.
Sanırım babalar ağlamadığı için onlara ‘baba’ deniliyordu.
Annemle  yıldızları  uyuşmadığı halde annem, mezarında ki otları kopardı, kız kardeşim annemin dediği testiye su doldurup anneme getirdi ve annem dedemin mezarını suladı.
Yaşattıklarına teşekkür edip serinletmek istedi galiba.
Annemdi o, benim annem.
Eşi için, çocukları için yapamayacağı şey yoktu.
Ve o gün yine eşi için oradaydı.
Her halde annelerin yaptığı fedakarlıklar yüzünden onlara ‘anne’ deniliyordu.
Örtüsünün kokusundan tanırım onu, farklıydı işte çok farklı.
Ben ise uzaktan izleyip duamı içimden yapmayı denedim.
Ama hiç konuşmadım.
Sonra yine yola koyulduk ve bu sefer başka bir semtte olan annemin annesinin, babasının, kardeşinin mezarı olan mezarlığa doğru ilerledik.
Ananemle dedemi hiç görmedim, ama onlar annemin anne ve babası eminim annem bu yüzden güzel ve onların evladı olduğu için bu kadar iyi.
İlk önce dedemin mezarlığına gittik, annemden hep fedakarlıklarını,  şakalarını ve iyi niyetlerini dinledim.
Onu öyle tanıdım.
Onu tanımıyorum ama seviyorum.
Dualarımı ettim çok içten ve çok samimice, annem dedemin de mezarını sulamayı ihmal etmedi.
Sonra ananemin mezarına doğru ilerledik.
Ananemi ise şöyle tanıdım; anneme hep kızın bana hakkını helal etsin ben hastaydım ve bana baktın hep, onu emziremedin, onunla ilgilenemedin dermiş.
Şimdi duymuyorsun ama bil ananecim hakkım sana elbette ki helal olsun.
Sen bana annemi, meleğimi verdin.
Kızın çok güzel ve melek bir anne.
Yemekleri de çok güzel, bazen kavga ediyoruz ama sonra geçiyor unutuyoruz.
Ananeme de dua ettik, babamla kız kardeşim ilerlerken annem biraz geride kaldı duasını bitirdi ve dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler söylüyordu.
İlerlerken onu izledim.
Annem;
“ – Anne ben geldim.
Bak kızın geldi. “ dedi.
Gözleri ıslanmıştı annemin, canımın yarısının.
Daha fazla annemin dudaklarına bakamadım, içim yandı, içim yoksul, yetimdi sanki.
Ülke de direniş yoktu o an bana göre.
Asıl direniş, gözlerimi annemin ağlayan ve annesinin mezarıyla konuşan yüzünden çevirmemdeydi!
Kıyamadım ona, içini görür gibi oldum o an.
Nasılda yanıyor içi, nasılda acımış nasırlaşmış canımın yarısının içi.
Anneme arkamı dönerek hadi dayıma da gidelim arkamda dur ben korkarım biliyorsun,  diyerek geçiştirmekle kaldım.
Zaten annemin canının ne zaman yandığını anlasam, lafı değiştirip otomatikman saçmalamaya bağlıyorum.
Annem o sıra salak olduğumu düşünüyor, nasıl böyle mantıksız düşünüyorum diye kızıyor ama olsun, o ara kızarken en azından acılarını düşünmüyor.
Babam, kız kardeşim, annem ve benim oluşturduğum dörtlüyle son mezar sahibi ziyaretimize gelmiş bulunmaktaydık.
Mezarı göçmüştü dayımın.
Çok severdim onu, çok eğlenceliydi ve harika, fanatik bir Beşiktaşlıydı.
Çok isterdi bir kızı olsun ve sonunda olmuştu fakat kızı 1,5 yaşındayken aramızdan ayrılıp bize veda etmişti.
Kuzenlerimin baba hasreti, baba acısı hep bir dert olmuştu içime.
O ufak kızı annesi pazara gittiğinde bana baba al derdi ve yolda gördüğü her adama baba diyip sarılırdı.
İlk zamanları hep böyle geçti o kızın.
Pazardan baba alınırsa mutlu olacağını söylerdi.
Annesi zor güç bela anlatıp elinden tutuyordu o ufaklığın.
Atlatamadığım bir travma vakası gibiydi.
Babalarının ölüm haberlerini aldıklarında iz bilmeden,  kaybedip etrafa dağılıp koşmalarını hiç unutmuyorum.
O ölümden sonra büyük kuzenim daha da içine kapanmıştı kabuğuna girip saklanmıştı.
Kimse onu çıkaramadı.
Sanki herkes ona düşmanmış gibi bakıp, öyle davranıyordu.
Öfkeliydi hayata, herkese, her şeye.
Başarmak isteyip başaramamanın hırsı yerleşmiş tohumuna.
Ulan aptal herif, uzat elini ben varım!
Neysee nescafemde soğudu bu zibidiye kızarken.
Mezar başına geldiğimizde, mezarın üzerinde 4 tane şeker vardı hiç açılmamış, bir tane de şeker kabuğu.
Düşündüm, bugün bayramın ilk günü ve bayram sabahı şimdi 6 yaşında olan kızı, annesi ve ortanca oğlu gelmişti büyük ihtimal.
Topladığı şekerleri babasıyla paylaşma sevinci vardı o ufak kızın, o manzara o kadar kötü ki.
Unutmamıştı, babasının da şeker yemesini istemişti ve babasının mezarının üzerine karışık karışık şekerler bırakmıştı.
Nasıl ki bir evlat için annesinin ağlaması kötü bir manzara, benim içinde bu böyleydi.
Allahım nasıl bir sancı var içimde, eşek ölüsü yemişimde çıkaramıyormuş gibiydim.
Hayali ruhaniler beni boğuyor olmalıydı yoksa bu boğazımda ki sıkıntının başka izahı yoktu.
Duamı ettim ve onunla konuştum.

“ –Dayı bak ben geldim. Çok özledim seni, şimdi yanımızda olsaydın seninle kesin Beşiktaş’ın transferlerini tartışıyor olacaktık. Büyük oğlun çok iyi, çok güzel bir asker oldu. Daha dün konuştum, senden bahsedemiyorum ona biliyorsun alttan alttan o da sulu gözdür benim gibi. Ve ben onu ağlatmayı sevmem dayı. Sana dua ediyorum, sana çok dua ediyorum ve dualarımı duyan melekler sana çok iyi bakacaklar inanıyorum, görüşürüz dayıcım seni çok seviyorum.” Dedim.
Gözlerim hemen annemin gözlerine kaydı.
Ağlıyordu.
Yine ağlıyordu.
Ama bu sefer içi değil, gözleri ağlıyordu.
Herhalde bu sulu gözlülüğüm annemden bulaştı başka açıklaması yok.
Mezarlıktan çıktık arabamıza binip misafirliklere doğru yol aldık.
Bayram yalnız olunca bayram olmuyormuş.
Asıl bayram; şekerle, baklavayla değil de sevdiklerin yanında olunca bayram oluyormuş.
Annesinin, babasının elini öpemeyen, kardeşlerinin bayramını kutlayamayanların bayramı asıl kutlu olsun.
Allah kimseye böyle bayramlar yaşatmasın.
Anne, baba, ağbi, ve İrem (kardeşim) siz beni sakın bırakmayın olur mu?

Ben sizsiz bir bayram düşünemiyorum.
Canım ailem iyi ki varsınız.

Pembe Gözlük