28 Mart 2016 Pazartesi


Ben bir adamı kaybettim diye üzülmedim, o adamda kendimi kaybettim diye üzüldüm.

Yenildim.
Eğrildim.
Erindim.
Yüksündüm.
Örselendim.
Ötekilendim.
Kimsesizleştim.

Ben o adamı değil, o adamda kendimi kaybettim.
İçimin boşluk tuşuna uzunca basılmış gibi, bir boşluk dolu içimde. 
Bir boşluğun, ne kadar dolu olabileceğini öğrendim ben dün gece. 
Sesim, sesine düştü. 
Bir apartmanın çelik merdiven korkuluğuna tutuna tutuna, yeryüzünün alt katına indiğimde farkettim ben bunu. 
Sesim asıldı. 
Kadındım ben, aldandım.
Kadınlar aldanırdı çoğu zaman.
Dedim ya, kadındım ben, aldanırım bazen bazen.
İnsanlar, düşerdi. 
Bazen üç beş kez. 
Bazen sayısı olmazdı. 
Yerden kalkamayanını da gördüm mesela. 
İnsan yeryüzüne düştüğünde kalkabiliyor da, bir insanın içine düştüğünde öyle kolayda kalkamıyordu. 
Sesine düştüm ya, kalkarım elbet.
Kalkmalıydım da.
Ah unutabilsem.
Ah unutabilsem, her ülkeyi şehirlerden ayrımsayabilirdim elbet. 
İnsan.
insan yarasına denk geleni seviyordu. 
İnsan sesine düşeni, elleri ellerine yerleşeni seviyordu. 
Kendisine bağrını yuva yapanı, sığınabileceğini, düştüğünde kaldıracağına emin olduğunu, yuvam, ailem dediğini seviyordu.
Elleri.
Elleri merhameti gibi kocaman olan insanları seviyordu. 
Herkesten, herşeyden ötekileştirme ihtiyacı duyuyordu yanı sıra.
İnançlarını sorguluyordu. 
Bir dinin sorgu amelleri gibi.
Yapamayacağı şeylerin hengamesinin içerisinde buluyordu insan severken kendini.
Aptal oluyordu çoğu zaman. 
İyiyi, kötüyü hesap edemiyordu elbet. 
Zaten sevda meselesinin matematiği olmazdı, olmadı da.
İki insanın arasında ki mesafenin km hesabını yapabilecek matematik denklemini bilemiyorum henüz.
Bilme gönüllüsü olmadımda.
Olmamalıyım da.
Ben bir kadının entarisin de büyüttüğü çiçeklerin solduğunda yuvarlandım, bir adamın sesinin urganından.
Gözyaşlarıyla entarisinin arka yüzünü çevirip, entarisinde ki çiçekleri suladığını da gördüm mesela.
Kadınım ben.
Çiçekler yerleştirdim hep vücuduma.
Koklamasını bilene bir erguvan,
tutmasını bilene bir gelin perçemi,
bakmasını bilene orkide,
yaşamasını bilene fesleğen olurdum elbet.

Ben bir adamın deri ceketinin sol iç cebindeki sigara paketini,
avuçlayan parmaklarının kokusunu özlediğimde karar verdim balkondan bedenimi yer yüzüne atmaya.
Silkelensem.
Ah bir silkelensem, gökyüzü düşer ceplerimden.
Ayaklarımın altından kayar yeryüzü.
Sahi bir gece de kaç kere ölebilirdi insan?
Kaç kere kırılıp, dökülebilirdi?
Kaç kere aynı adam tarafından terkedildiğini sayabilirdi?
Kaç kere aynı adama kavuştuğunu sayabilirdi?
Kaç kere aynı adamı özleyebilirdi?
Kaç kere insan olduğunu hatırlardı?
Kaç kere kafasını dizlerine gömüp, hıçkıra hıçkıra ağlardı?
Sayısı varmıydı bunların?
Yoktu.
Hesabı bile yapılamıyordu üstelik.
Ben bu ara kendimi yalnız ve yalnız annemin fotoğrafına anlattım.
Fotoğraf çercevesini duvardaki çiviye astığımda buldum kendimi.
Ona anlatsam,ağlardı bilirim.
Yalnız ve yalnız annemin fotoğrafına anlattım dedim ya.
Ve ben annem ağladığında bir kez daha nefret ediyordum, çocukluğumdan.
Anneme şimdi başından tut sonuna kadar anlatsam, oturur benimle ağlardı.
O saatten sonra kaldıramazdım.
Tutunamazdım.
Annemdi o.
Zaafım.
Büyük yenilgim.
Ve ben terkedildiğim yerden, annemin tülbentindeki analığının kokusundan tutunuyorum hayata.
Tutunmalıyım da.
"İnsanın yarası,sadece ve sadece insanadır."
Öğrendim.
Bunu da öğrendim bak mesela.

Şükrü Erbaş'ın Ömür hanıma dediği gibi;

 Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek 
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, 
umuttan, sevinçten ne anlar? 
Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?

Böyleydi işte.
Üzgünüm, beni hiçbiriniz anlamadınız.
Hoşça kalın, mümkünse.

26 Mart 2016 Cumartesi








Yanında olacağınızı söyleyen insanların, yaraları ile kaplıdır gerdanımız.
Aldanmayın.
Herkes aynı şeyleri söyler gelirken.
Herkes eksik olduğu yerden başlar kendini savunmaya.
Kadınız biz.
Aldanır, inanırız çoğu zaman.
Unutmayın ki, seven bir kadın defalarca şans verir adama.
Sonrası mı pek ala.
Ben bugünlerde limanı olmayan bir gemi, gökyüzü olmayan bir mavi kadınım.
İnanmak mı?
Güvenmek mi?
Ne haddime.
Ben bir adamın göğünden bir kere düştüm.
Sonrası mı?
Adam kayıp , kadın ölü.
Şimdilerde pek bir kitap 📚 okur oldum.
Kahveyi ☕ biraz çoğalttım.
Kafamı toparlamama izin veriyor, daha iyi oluyorum.
Saat kovalayıp, gece olmasını bekliyorum ve kafamı gömüyorum kitaplara.
Huzur veriyorlar.
Bazen okurken uyuya kalıyorum, sabah kaldığım yeri karıştırıp çoğu kez aynı yeri tekrar etmek zorunda kalıyorum.
Uykuya sokuyorum kafamı.
Uyku iyi geliyordu.
Kitap gibi, kahve gibi, oyuncak toto yumurta gibi.
Bir o zaman daha az hatırlıyorum.
Sonrası mı hep kaos.
Ülkem gibiyim, karışık.
Her an patlama ihtimali bol bir canlı bomba gibi.
Ya da saçma sapan ve alelade.
Galiba yine hiç bir şeyi anımsayamıyorum.
Heyhat.
Ben dün gece, içimde ne varsa hepsini astım. Bundandır gevrekliğim ve tamaah etmeyişim.
Üzgünüm.
Hangi gönle sığmaya çalışsam ötekileştirildim.
Ben kafamı bir omuza, bir göğüse, bir adama yaslamayı istedim.
Bir koltuk altında çadır kurmayı düşledim.
Nefes almak için dahi olsa ayrılmazdım oradan.
Bilirim.
Anlamlandıramıyorum.
Ben bu gece epeyce veda ettim ona dair ne varsa.
Kendimden içeri öldürdüğümde, daha güçlü olacaktım.
Olması gereken, olması reddedilmeyecek tek şey buydu şu sıralar.
Kendimi tanıyamadığım, insanlardan keskince nefret duyan bir insan olma şuuruna kapılan kendimden kaçmak için en mantıklısı buydu.
Ben bu aralar pek bi kadınım.
İçimde ona dair ne varsa öldürdüğümden beri pek bir kadınım.
Bu ara, çoğu sıra.

Düngecedüşündümbugünyazdım / Sinem Tetik 🎈

24 Mart 2016 Perşembe




Mesela ben ellerime basıp, üzerimden ezip geçenleri asla unutmayacağım. 
İnsanlardan uzak, bir kıta da yaşamayı ve bir çadırın içinde senelerimi geçirme kafasındayım bu aralar. 
Kim? 
Neden? 
Niçin? 
Demeden, kendim için yaşamak adına buna ihtiyacım var.
Belki de içimde bağıran seslere sus diyebilmek.
Küçük seyahatlere gizliyorum ben alıp veremediklerimi. 
Şimdi herkes, herkes gibi. 
Sahi herkes herkesin hayatına karışamıyordu tabi, böyle bir durumda söz konusu. 
Mesela geçen gece, bir kupa kahvenin içinde boğulup intihar etmeyi düşündüm. 
Amacım ölmek değil-di.
Kendimi,
(emanet olan) bedenimi, nefsimi cezalandırmaktı. 
Sonra Sigmund Freud geldi aklıma. 
Düşünmek. 
Düşünmek insan oğluna verilen bir ceza değil mi zaten? 
Boyuna geçirilmiş, şeffaf halka gibi.
Kimi zaman ise ödül.
Nadirde olsa.Bir ahşap taburenin ayaklarına bağlı olmamalıydı, herhangi bir gırtlağın nefesi. 
Şuan kaburga kemiklerimi, ucuz naylon botları ile eziyorlar. 
Her şeye katlana biliyordum fakat, ucuz insanlara tahammülüm yoktu. 
Eğreti, eksik duruyorlardı karşımda. 
Her geçen gün, insanlara karşı olan düşüncelerim negatif yöne kayıyor ve buna engel olamıyorum. 
Kimseye güvenmek istemeyeşim, insanlardan kaçışım,insanlarla konuşmak istemeyeşim. 
Tanıdık birini gördüğümde, pasajlara girmelerim.
Sürekli gittiğim kafenin sandalyelerine sırf biri görür diye gömülmelerim. 
Benim gibi hayat canlısı bir insana hepsi birden ağırdı. 
İnancım, hevesim, hayata tutunma isteğim hala baki. 
Korkuyorum . 
İlk defa, korkuyorum. 
Yoruldum…
Tükeniyor gibi hissediyorum ara ara. 
Ben hayatımın bundan sonraki olan bölümünü odamın penceresinin kenarında fesleğen yetiştirip, kitap okumayı ve kitap okurken kahve ile gark olmayı planlıyorum mesela. 
İnsanlara dair hiç bir umudum, hiç bir planım, hiç bir gelecek münazaramı kuramıyordum. 
İnsanın en asil düşmanıydı, insan. 
Bir kene gibi en uzuvsuz yerden, en derinden yapışıp kan emiyordu.
Ben insanlardan kaçarken en çok bir başına oluşluğumu seviyorum. 
Galiba bu ara en sevdiğim cümle; “canım kendim” idi. 
Canım kendim.
Ne de iyi bilirim yaramı.
Defalarca görmezden gelinilmişliğimi. Her seferinde güçlü olmak isteyen bir adamın ilk vazgeçtiği kadın oluşluğumu.Defalarca aynı adam tarafından terk edilip, aynı adama kavuşan kadın olduğumu.
Örselendiğimi.
Devrildiğimi.
Büküldüğümü.
Eğildiğimi.
Düştüğümde ellerimin parmaklarını ezenleri hatırladığımı.
Sevda, sevda ile sınanmaz idi elbette.
İnsan yarasına denk geleni sevmeliydi.
Ötelendiği ile değil.
Kadınım ben.
Ne de iyi bilirim kendimi.
Ne diyordum?
"Canım kendim"
Bundan sonra sadece kendim..
Yaşasın kitap 📚 okuyarak, kahve ☕ içip, fesleğen 🍃 koklayan marjinal deliler.
Düngecedüşündümbugünyazdım #SinemTetik 🎈