30 Ekim 2013 Çarşamba


Bendeki yerini gözünde çok büyütmüşsün, dikkat ette düşünce canın acımasın canımcım.
He canım öyle, öyle. Tam her şeyi rayına oturtmuşken , tüm kanalizasyon merkezleri boklamakla görevli sanki o kurulu sandığımız düzeni. Yahutta düzen sandığımız alışkanlıklarımızı. Tamam sistem olarak 3 gün mutlu ol, 4 gün bok gibi acı çek tamam kabul fakat sen bu dram olayını haftanın 7 gününe çıkarırsan orada karıştırırım ortalığı.
İnsanın her günü dramayı kaldıramıyor. Aaaa yeter Abii. Böyle bir pırpırlı halim eksik olmaz üzerimden. Hep kendini koruma iç güdüsünde bulurum, savaşa hazır asker gibi. Dur Kimse kimseyi yemiyor yahu! Ne bu saldırgan halim, akıl sır ermez. O kadar hırpalanmışım ki herkesin bana düşman olduğunu düşünüyorum. Ha bir de büyük konuşma meselesi; acayip uyuzum. Bunu her zaman söylerim bir ilişkide büyük konuşmayacaksın Abii. Allah insanı cahillikten korusun , hiç unutmuyorum derslerden erken kaçıp onun önünden geçebilme ihtimali olduğu mekanlarda takılmayı. Değer mıydı? -hayır. Değdi mi peki? -hayır. Havanın kıçımı dondurmakla, dondurmamak arasında kararsız kaldığı zamanlardayız. Gencim yaaa, artıztım ya böyle ince cıbıl cıbıl sırf uyumlu diye incecik mınnak kıcımı donduracak şeyler giymiştim yine. Kime giyiniyom, süsleniyom bilmem. Madonna'nın kulisinde kı danscılardan farkım yok, tamam giyin süslen bacım ama önemli günlerde yap pırıltını, ısıltını ama sen durduk yere Nil Karaibrahimgilin dolabında sirtaki yapmış gibi dolanma yanı. Derslerin yoğun ve buna ragmen eziyeti bile hoş olduğu zamanlardayım, birde su embesıl *Öküz (isim bu olsun) mesaj atmasa daha da renkli olacak gibi. Neymiş efendim çok sevmiş. (Beni feysten gördü sadece, yüz yüze hi görüşmedik sanırım onu seviyorum!) Oğlum sen görmediğin birini nasıl sevıyon yanı nasıl. (Acayip, rol yaparım) Böyle yamyam kafalara hıç anlam veremem, dış güzellik gibi iç güzellikte önemli valla. Bir erkek, kadına nasıl yaklaşması gerektiğini bilmeli, ilk karşılaşma önemli !!!!!!
!(Zırvalamasyon mod vol 1, zırvalarıma INANMADIM.)
Yine okul çıkışı dogal olarak kafamı dagıtmak için bir nescafe içip eve geçmeyi planlıyordum akşam üstü bitiyordu derslerımız, daha yalnız, daha ılımlı, daha garıptım sanki. bu yalnızlıktan alınmıyorum, gocunmuyorum kendi dünyam benden bisi gibi. Bu rutin hayatı seviyorum, böyle eglence, hareket, bereket vs bana uzak gibi, ruhum yaşlandı. Yada ben öyle hıssedıyordum. Yorgundum. Yorulmustum. Birinin omzuna, göğsüne basımı koyup dınlenmelıydım. Kendimi bu hallerdeyken hemen hayaller ülkesinde bulurum. Otomatik olarak kafamda bır balon çıkar ve izle sinemanı. Ama bu ülkede sen ne istiyorsan o oluyordu. Güzeldi, seviyorum orayı. Mesela her gece uyumadan orayı hala ziyaret ediyorum. Hep iri cüsseli, elleriyle beni kavrayabılecek, kendini babamla karıştıracak derecede karışıp hesap soracak birini hayal ettim. Şarkı bile dınleyemıyordum, korkuyordum teslim olmak ve asık olmaktan. Bazı şarkıları dınledıgımde kemıklerımın daha da birbirine sokulup, ezilip buzuldugunu hissediyorum. Belki de o cafeye yalnızlığımı farketmek için gidiyordum. Kımbılır? Bay öküzü farkettım cafenın önünden geçiyordu kocaman iri siyah kaşe paltosuyla, bir an ona merhamet edesım geldi, söylenip duruyorum ama o soğukta paltosunun içinde koca bedenini buzusturup minik adam oluşu bir merhamet soktu içime. Ilk defa profil resmınden hatrıma düşen görüntüsüyle karsımdan geçiyordu. Benı görmesini sağlamak konuşmak istiyordum. Ama nasıl? Ve ben nasıl olduysa kendimi cafenın kapısında buldum! Hala nasıl oraya gittiğim konusunda fikrim yok! +Gel çay içelim için ısınsın, dedim. Gözlerini kıstı ilk önce, tanımak ister gibi. Cevap vermedi, güldü. Gülen dudakları değildi. Uzun, kok dipleri çok kalın olan, siyah kırpıklerının arasında kı kahverengi tahta boncuk gozlerıydı. -Aaa ama sen, şey. Yani tabı tabii ıhhh içelim kusuruma bakma, karşıma çıkınca tanıyamadım. Yanı bir de surekli beni tersleyınce, bu çay davetin şaşırttı. Dedi ve güldü. O gun o gülücük, dudaklarının her zerresıne uğradığını gördüm. Sonra bu ultra koca adamın söylenip hakaret ettiğim kadar kotu biri olmadığını gözlemledim. Anlattı bana. Anlattı, anlattı, anlattı. O anlattı, bazen ben dinledim. Bazen kimse. bazılarına şaşırdım, bazılarına güldüm. O anlatırken demli ve tek şekerli çay içti, ben ise bol şekerli nescafe. Hatta onun çay bardagının yanında fazla gelen şekerleri koyduk nescafeme. Güldü. Nescafemın içindeki şekerler yüzünden bu kadar tatlıymısım. Her insan derdini eksik olduğu yerden baslar anlatmaya. Bu herıfte ailesinden başladı, babasından, annesinden en çokta babasına olan nefretınden. Dinledim. Ama dınledıgımde karşımda 7 yaşındaki halı oturuyordu sankı. Iclenıyordu anlatırken. -her ne kadar o buna hıçkırık desede. O an elini sıkmak, basını omzuma yatırıp okşamak, geçti bak suan koskoca adamsın bir daha bunlar olmayacak, çünkü o kadar ıyı biliyorum kı çok ıyı baba olacaksın sen. Demek istedim. Diyemedim. Orada elimi uzatıp, bana soru sormasına konuşmasına izin vermeden onu en sevdiğim şehrin meydanında olsa da arka sokağına bakan parka götürmek istedim. Konusabılırdık. İçimiz hala çocuktu. İçimiz çocuklukta kı eziklik, kırgınlıklarla doluydu. Hala hatırımdadır ekru ve pembe desenli bebegımın elbisesini utulerken, elbiseyi yaktıgımdan beri utulerı sevmem. Bilmediğim bir ışı yaptıgımdan dolayı suçum olmadığı halde, bebek alınma yasağını unutmam. Acımıstı çok içim. Olsun elımdekılerle idare ederim, yaparım, ederim ben dedim ama içim öyle demıyordu. Onunda bu tarz acılarını dinlemek, dinlenmek istiyordum. Ve o da 8 yaşında iken mısketlerı çok sevdiğini mahallede misket biriktirme yarısı olduğunu anlatmıştı. Misket turnuvaları düzenlenip küme halinde maçlar yapıp, herkes kazandığını alırmıs bilek ışı yanı. Kendisini kuçuk gören arkadaşlarına inat hep oynarmıs. Hatta annesi uyusun diye kanepeye yatırırmıs erken saattee, bu velette herkesin uyudugundan emin olduğunda misket antremanı yaparmış. Ve 2 poşet mısketı olmuş bu turnuvaalardan fakat öyle bir sorun vardı kı babası gereksiz ve saçma buluyormuş. Ve bir daha oynadığını görürse çok kotu olur demiş. Akşam saati babasının geç geleceğinden emin olduğunu bildiği için geç saatlere kadar misket oynamış ve tam hamlemı yapıp hepsini ındırecektım kı mısketı nisan alan tek gözüme odaklandıgım misket değilde babamın ayakkabıları geldi. Ve klasik olaraktan kulağımda bir acı. Tüm arkadaşlarımın içinde kulağıma asıldı. Acıdı, canım acıdı. Sonra elimden mısketlerımı alıp etrafa savurdu. Tüm arkadaşlarım yuhalanıp topladılar, gulduler. Canım acıdı, Canım çok acıdı. Kulağımı çektiği için değil. Çocukluğum dediğim cam bılyelerımı aldığı için. Diye anlattı bana. Olsun geçer düşünme bunları dedim. Bogazım o kadar acımıstı, nescafenın aroması salıncakla sallandı bogazımda. Resmi ve acısına bu kadar tapmasını gerektırmeyecekmıscesıne bir tavır sergıledım karşısında. Eminim benim ruhsuz biri olduğuma inandı o an. Onun ağlamasını istemedim. Böyle olmak zorundaydım. Aglarsa, gözyaşını sılmem. Beraber aglardım. Bir dakka. Bir dakika. Lan bu tombalıgını seviyorum. O an bu aklıma nasıl geldi bilmiyorum ama bundan emindim. Ona söylemedim ama. O gecenin konseptıne bu uymuyordu. Ona acıdıgımı, acıdıgım için merhamet ettiğimi düşünmesini istemiyordum. Hatta hıç bırseyı bilmesini istemiyordum. Hanı böyle onu kendime yakın hissettim ama, bu davarlık yapacak beni dellendırecektı buna emindim. Eve gitmek için cafeden ayrıldık, o akşam sanki hesaplaşma aksamıydı. Gece uyudugunda emin olduğumda mesaj attım.
+ Öküzsün, hatta önde gideni bayrak tutanısın. Ama seni buna rağmen seviyorum. Yazdım.
Aha anında cevap;
-Sende çok maymunsun, hatunum ama ben senin mıngıldagını koparmasını bilirim sevıyom lan seni. Yazdı.
Güldüm hatta o an kahkaha kopardım. Iste eseek, esektır yine davarlık yapıyo. Ders çıkışı o cafede buluşmak artık ilk okulda her sabah andımızı okumak gibi bisi oldu. Cafeye gıtmezsek, cafe sahibi cepten arayıp yasıyoz mu diye kontrol etcek o kadar yanı. Tamda hayal ettiğim gibiydi, basımı yaslardım göğsüne huzur vardı orada severdi beni. Ellerimi, yüzümü. Canımın içisı. Sınav vakıtlerım yaklaştı ve arkadaşlarla ders çalışmak içinde okulda daha fazla zaman geçirmeye başladık, bu davarda şikayetçi değildi bu durumdan, (bensız duramayan adam) Bunda var bir is! Neyse öyle böyle esemes falan filan. Yanı bilirim ben malımı. Ben bu okuzumun ipini baglamıstım. Yanı salınmazdı, olmamalıydı. Ama suphelendım, bakalım çıkar kokusu dedim. Bir akşam yine dersten erken çıktık, sarjım bittiği için ona haber veremedim, başkalarından mesaj atma olayına da acaıp kilim. Cafeye gıdeyımde illaki gelir umuduyla kızlarla cafeye gittik, en köşeye oturduk lak lak falan , fıskos derken bir kaç saat geçti. Bu ara kesinlikle cafeye gıdemeyecegımı çok emin olduğumu biliyordu. Görünce sevınecektı asknutelllam. Sonra benim aşı staylam, cafeden girdi kalabalık grupla etrafındakılerı tanımaya çalıştım uzaktan bakınarak. Ayrıca benim görebileceğim fakat beni goremeyecegı kadar ters köşede oturmusuz. Hee bunlar sınıf arkadaşları finalleri olacağını düşündüm. bır otursunlarda arkasından çay alıp, ayrı masaya biraz onu arkadaşlarının yanından çalıp suprız yapacaktım herıfıme. Ayrıca bu grup kızlı erkekli karışık. Hiçte tepki yok bende anacım. Böyle de tescilli RTÜK imzalı MALIM! Bir kızda cafe taburasınde bunun yanına denk gelmiş. Ben pırpırlanırım. Neyse canım arkadaşa o, diye kendime ara gazı dosuyorum. Baktım bu kız bunun yanına yaklasıyoo, ben abartıyorum sandım sevgilim ya hanı yanlış anlıyom diye dusunuyom. Sonra kız çay bardagını bunun ağzına götürüyor, bu şapşal içiyor. O an gözlerim yerinden çıkıp çaycı Alı abının yanına gidecek diye korktum. Lan goremıyom mu ben dedim. Flü modunda hemde. Sonra kız basını bunun omzuna koyuyor, bu kızın karışan saçını düzeltiyor, sonra evet yanlış görmedim saçını opuyor. Opuyor, opuyor, opuyor. Öpmek? Öpmek? Ö P U Y O R L A N !!!! bakıyom, bı daha bakıyom, bi daha falan. Saskınım hanı, kaldım tıkandım oylecene. Benim davarın IPI baglı değilmiş ya. Oraya buraya otlanıyomus. Sonra hıç bir şey olmamış gibi arkadaşlarla kalktık önünden geçtim. Beni farkettı ve kızı ıttırdı basını yasladıgı göğsünden(!) Bir saniye açıklayabilirim. Gitme dinle. Beni dınleemek zorundasın. Sana diyorum. Diye arkamda kalan zayıf ve ince vızıltıların beraberinde o geride kaldı. Garıptım. Ne yapacaktım, bilmiyorum. Ne yapmamam gerektiğini de bilmiyorum. Yanı durum öyle bir hal almıştı kı bende, karanlık gecede iki beyazdık. sonra nasıl olduysa bu benim bınecegım araba durağının orta dikiliyor endişeli bir suratla. Telas içinde. Telaşa kapılmış, koca herıfım benim. Ama ben onu izliyorum. -yürürken. Bildiğim tek şey vardı olmamalıy-dı. +Beni dınlemelıısııın!! Dedi. -Neden? +Görüldüğü gibi degil! -Ne görüldüğü gibi degil? +Yanımdaki kızın gogsume basını koyması. -Tanıdığım adam gibi kalmak istiyorsan, yolumdan çekil. Adam gibi git.. Ayrıca, o kızdığın babandan, farkın yok. Sen mukemmel, harika bir baba olacaksın ama benim çocuğumun degil. Dedim. Ağladı, nasıl hıckırıyor hesabı yok. Yağmurda arka fon müziği veriyor sanki. Görmezden gelmeyi başarmak istedim. Eğer gözlerini sılersem gıdemezdım. Arabaya bindim, ve bana baktığında son kez ona güldüm. Gülüşüm ona sıcak bir ev di öyle söylerdi hep. Yağmurda sonkez evinde ısınsın, ellerini üşütmesin istedim.

2 Eylül 2013 Pazartesi


He canım hee, bensiz çok daha iyi, çok daha mutlusun. Bunu gizli numaradan gelen sessiz telefonlardan anlayabiliyorum.
Yaz aylarının hafta sonu klişelerini bol bol yaşamaktayım, ya düğün var, ya misafir, ya mutlaka bir yere gidilecek. İtiraz, ıkınma, mıkınma geçersiz tabı. Neyse ki bu sefer ki düğün yan komşumuzun oğlunun düğünüydü. Biraz daha eğlenceli olabilirdi hem o benim manda yavrusu eski sevgilimde gelebilir ne de olsa uzaktan akrabası, ama bu konuyu fazla bıcıklamadım. Ağır ve resmi giyinmek istedim. Babam eve daha gelmediği için bende yan komşuyla gelin alma konvoyuna katılacaktım çok severim ben hem tey tey tey durumlarını. Neyse komşu ben sana seslenirim dedi hazırlanmadan evvel, mutlaka seslen anca hazırlanırım dedim. Hanı ben madonna'yım sahneye çıkıcam 5 saatlik makyajım, kıyafetim, kombinasyonum var ya hanı. Neyse düğün sahibinin hanımı geldi 2. Hanımı oluyor bu gelen hatuncan, ilki Allah rahmet eylesin hastalandı ve kanserden öldü. Çokta severdim aklıma gelince ağlar, ağlar dururum. Çokta iyi melek gibi bir kadındı. Neyse bu ikinci hatunda öyle hem ikinci hem melek. Bir garip gibi, çünkü normalde bilinmek üzere biraz huysuz bilinir 2. Hatunlar toplumun bir on yargısı da diyebiliriz bakış, acısı da diyebiliriz tabı buna. Bu hatuncan, ilk kadının annesini, ablasını düğün merasimi için evlerine geldiklerinde bir sarılıyor öpüyor, görmen lazım şaşırırsın. Hanı sanki çok yakın akranı gibi. Hanı böyle illa bir resmiyetlik olur ya işte. Ama bu hatunda yok, cennetten örnek huri gibi gönderilmiş sanki, bu hanımı da çok severim sıcak kanlı ve cana yakın. Bir kızı var İstanbul'da yaşayıp çalışan, o da annesi gibi hamarat başarılı, güzel bir kız. Allah herkesin sonunu hayır eylesin tabı. Her neyse işte bu hatun hadi gidiyoruz gelmiyonuz mu diyor kapıdan annemde eşimi bekliyorum düğün yerine gelicez diyor, sonra bende 2. Kattan ben obur komşuyu bekliyorum haber vercekmiş bana diyorum oooo oda şaşkın sen hazırlan diyor yemin ederim bir düğün kombinasyonunu makyaj dahil 6 dk hazırlandım. Evet bu imkansız gibi gözüküyor ama gerçek. Buradan sesleniyorum guennes rekorlar kitabına yazılmalı bu! Her neyse hazırlandık korna eşliğinde gidiyoruz, kız sevgilisine kaçtığı için, ailesi de görüşmediği için kızı ilk hanımın annesinin evinden alınıyor gelin alma merasimiı falan. O da çok güzel geçiyor maşallah yaramaz damat adayı pek sık ve efendi duruyor. Ama muzipliğini hiç bir şey alamaz bu kesin. O an Sevim ablanın yani, ölen hanımında orada çocuğunu görmesini isterdim evet okuyan kardeşlerim bildiğiniz üzere orta olmasını isterken bile gözlerim dolu dolu akıyor, şimdi bu yazıyı yazarken de hatırıma düştü yine ağlıyorum. Bu bir vazgeçilmez mesken gibi. O 2. Hanımın adı bayan M olsun. O da heyecanlı, telaşlı gerçekten içten şekilde gelinin çıkmasını bekleyenlerden di. Hanı kadının suratına bakıyorum ablak gibi bir kadın bu kadar iyi olur mu yahuuu! Diyorum. Oluyormuş numunelik hatun gibi. Neyse gelin çıkıyor 19 yaşında henüz ama böyle güzel gelin görmedim çok tatlı şeker ve sade. Bu seferde o kızın ailesinin yokluğuna sulu gözlülük yapıyorum. Ailesini annesini, özellikle kapıdan babasının çıkarmasını isterdi herhalde diyorum ve benimkiler yine şıpp şıpp akmaya devam. Bu empati olayı beni öl-dü-re-cek. Neyse arabalara biniyorum güzel şehir turu konvoyundan sonra düğün yeri olan yeşilliklerin vadisi olan yere geliyoruz. Her şey çok güzeldi. Sanki güzel olunmaya mecbur bırakılmış gibi. Farklı ve güzeldi işte. Davetliler yavaş yavaş toparlanıyorlar bende diğer komşumuzun masasına oturuyorum annemlere yer ayırıyorum. Annemler geliyor yemekler servis ediliyor (çığ köfte harikaydı) ve düğün başlıyor, gelin alkışlarla meydana geliyor. Herkes yemek yemeyi bırakıp gelinin geldiği yöne bakıyordu, süslü çemberlerin altından geçtikten sonra gelin damadın elini bırakıyor ve birinin boynuna sarılıyor. Abii diyor (dudak mimiklerinden anlaşılıyordu) Abisi gelmiş. Gelin orada ağlıyor tabı, benimkileri söylememe gerek yok dimi? Onlarda devam şıp şıp ağlamaya. Bu en önemli, bu bir kalabalık bir yalnız olduğu anda ailesi yalnız bırakmamıştı. Anlatırken bile boğazıma yumru oturuyor. Annesi ablası, bütün akrabaları gelmişti -babası hariç. Kısacası bir genç kızın dünyası yoktu o düğünde. Neyse ki alkışlarla gelin damat dans ediyor ve sahnenin sol tarafında bilgisayara bağlı bir koca ekran beliriyor damadın bebeklik resimleri, annesiyle beraber falan. Hadi anlatırken, konuşurken neyse de resimde görünce insan daha bi kötü olup sarsılıyormuş be. Zaten o Sevim ablanın annesiyle ablasıyla konuşamıyorum, görüyorum ama konuşamıyorum o kadar benziyorlar ki ona. Konuşmaya başlasam kelimelerim kesin ağlamaktan tükenir devamını getiremem. En iyisi hiç başlamamak. Neyse ki düğüne sürpriz konuk olarak Uğur Arslan'ı çağırmışlar. Su gibi ömrün olsun şiiriyle gelinle damat bir kere daha dans ettiler, tabı o gelin ile damadın yerinde bizi, onunla beni hayal ettim. Acıdı yine acıdı işte. Böyle de siktiri boktan bir duygu. Ne geçiyor, ne bitiyor lanet şey. Takı merasimi derken bizimkiler kalkmak istiyor ve ben komşumuzla geleceğimizi söylüyorum. Çünkü henüz daha onu görmedim. Gözlerinde ki zavallılığı görmek egomu rahatlatacaktı. Onu görmeliydim. Neyse kı oynama faslı başladı. Ve karşıdan şişko, iri biri. Aha bu o, bu o manda! Bu o sığır! Bu o camış! Ayrıldıktan sonra, uzun süre sonra sevgilim olduğunu öğrenince beni sevdiğini hatırlayan yarma. Ve bana inat olarak, hırs yapıp sevgilimin eski kız arkadaşıyla çıkmaya başlayan gevşek donlu, suratsız. İnanın kızgın değilim, onu böyle anlatırken rahatlıyorum. Neyse kı yeşillikten ormanlık alana geçiyor, gizliden gizliye bakıyorum ve beni farketmesini istiyorum. Yeni merakı fotoğrafçılık. Fotoğraf çekiyor kızları ağaçlık alanda. Gözlerinden, uzun kirpiklerinden tanırım onu yan gözle bakıyor hepsine ayrı ayrı. Kahkaha atıyorum, koca bir orospu kahkahası. Hiç değişmeyecek. Kopek bok yemekten vazgeçemezdi. Sonra onu bana bakarken fark ediyorum ya da benim tarafıma bakıyor bilmiyorum. Sonra horon çalıyor ve o horon halkasına dahil oluyor ama çok büyük kalabalık bir halka bende giriyorum sevmesemde sırf beni manda gözlü fark etsin diye giriyorum. Oynarken, içim bıngıldaşıyor resmen. Ne yaptığımı bilmiyorum hiç mantık üretmiyorum ama genelde böyle zamanlarda aklıma gelen şeyleri yapmayı tercih ederim. Pişman olmayı sevmem. Ah be koca götlü, sen sevgini götününn keyfiyle karıstırmasaydın böyle mı olurdu diyorum içimden. Sadece içimden. dısımdan dememin faydası yok biliyorum. O horon ekibinde ellerimi bırakıp dızlerımı yere çöküp çığlık ata ata, hıçkıra, hıçkıra kendimden gece gece ağlamak istedim. Belki beni rahatlatabılırdı kim bilir. Ama o an onu yapmak istedim. Sonra 3-5 oyın sonrası onların koyunun arabası kalkacağı anonsu gecto. O çok sevdiği kıvırcık kız kardesı kubra'da oradaydı. Bilmem pek sevimli ve samimi geldi. Sonra masadan düğünün çıkış kapısına fırladıgımı frkettım. Nasıl olur az önce sandalye de oturuyordum ben. Ne refleksi kaldırdıysa beni anlam veremiyorum üstelik topuklularla kosmustum. Oınanılır gibi degil. Son kez. Belki de son bir ihtimal. Artık unuttuğum (asla unutamaayacagım) o kahve rengi (şimdilerde bok rengi diye tabir edilen) Gözlerini bir kez daha görmek istedim. Hatırlamadıgım (aklımdan çıkmayan) Kok dipleri sık sık olan o kırpıklerının dızılısını, sıklığını görmek istedim. zor anımsadıgım ( bir an olsun aklımın ucundan gitmeyen) ellerinin ufaklıgını, o tadını bilmediğim (tadına olduğum) üst bıyıklarını öpmek istedim. hıç sevmedıgım (asık olduğum) Sakallarını okşamak, istedim. O bir zamanlar lacivert salımı taktığım boynunu (şimdilerde başka bir kızın kesinle başka bir kızın olduğundan emin olduğum kolyesı) vardı boynunda. Koklamak istedim. İçime çekmek. Ve nefesımı dışarı vermekten korkmak istedim. Dışarı verirsem nefesımı, içime aldığım kokusunu duyabılırlerdı. Yapamazdım! Bunu yapamazdım! başkalarının onun boynunun kokusunu duymalarına izin veremezdım! Şimdilerde eminim kı başka hatunların diş izleri mor mor yuva yapmışlardı ensesinde, boynunda. Biliyorum. Çünkü onu iyi tanıyorum. Bir hatunu duzebılmek için elindeki her fırsatı değerlendirebilecek bir öküzun tekıydı. Asıl garip olan nasıl hala onu anlatıp, ondan nefret duygusu bile duymadan yaşıyor olabilmem. Bazen zavallı, bazende gerçekten çocuk gibi basının oksanılmasını bekliyor. Ama bu onun at kafalı bir beyinsiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İtiraz ettiğini duyar gibiyim koca gotlu. Bu anlattıklarımıda yalanlayıp, eminim suan -beni sevmedın kı nagmelerıni atıyorsundur. Hatta seni sevseydım yanında olurdum Dımı? He canım He. He tabı canımmm.
Asıl mesele hissizlik Ağabey. His yok. His duymuyorum o embesıle karsı. Bakmayın soylendıgıme hepsi dertten vallahi. Mecalım yok ata sporumuz olan çayımızı karıştırmaya bile. Ama hissedemiyor olmak en efsane olay abi. sevgi yok, korku yok, nefret yok, özlemek yok. hisler sıfır. izindeyiz dexter. Helal dexter baba!
Sen onca ayrılık yasa herıfle, herif düğün yerinin meydanına çıksın o koca götü ve gobeıyle horon tepsin. Adakı oz güven uzay boşluğu zaten. Bir an o halaya girdiğinde etraf sallanacak diye masanın altına girmeyi bile düşündüm. Canım sen onlara kas diyorsun, ama bunlar bildiğin et yığını, yağ Torbası, kilo. Her yanımdan geçişinde komılı komılı sesleri duyyuyorum, vücudunda o kadar yağ oranı faZla tatlım. Sen komılıne devam bebeyımcanım.
Şimdi neden sana hakaret ettim, onca laf söyledim bilmiyorum. Ama emin olduğum şey var kı; Aslında ayrılıklar değilde, gidenin sevmediği halde seviyorum demesi en çok koyuyor insana. Bu cumlemı iyi oku; Mallıgın, embesıllıgın, sevmediğini bildiğim halde seviyorum demelerin. "-Nasılda koydum ama!" dedirten cinstendi. COK KOYDU.
Ayrıca dipnot; yukarıda gecen hakaret, küfür ve kotu söylemler için ufaklarımın beni örnek almamasını söylüyorum ve buyuklerımıde -Halden anlayın daa. Diyorum muuaah.

Pembe Gözlük

14 Ağustos 2013 Çarşamba































Bisiklet sürerken art arda pedalları çevirip hızlandıktan sonra, pedalları o müthiş hızla ters yöne çevirerek huzur bulduğum yıllar vardı.                        
Şimdi ise hüzünden bozma gecelere teslim olduğum günler.
Nescafe, kulaklık, kitap üçlüsü ile sarmalandığım.
Koltuğa yapışıp, kare desenli battaniye ile ömür geçirme derdim var.
Ne kadar mutsuz ve samimiyetsiz değil mi?
Ben böyle değildim.
Beni böyle yapan o zıkkım şarkılar, fakat bunu ispatlayamıyorum.
Yazdığım yazıların devamını, okuduğum kitapların diğer yarısına ulaşamıyorum.
Her şey çok yarım bazı bazı.
İçimin içi varmış gibi, en derini acıyor.
Birde Sezen bastırıyor iyice bok gibi oluyorum.
Yapma Sezen.
Farid Farjad'ında farkı yok bizim Sezen'den.
Canımızı yakmak için anlaşma yapmışlar sanki.
İçim bu kadar kavrulurken Taksimin asıl direnişi içimde!
Taksimin sahte, gerçekçi siyasetçileri içimde çarpışıp miting atıyorlar.
İster istemez ülkenin provokasyonlarına dur diyorum.
Duruyorum.
-Ve
Susuyorum.
Yine bir bayramdı ama bu sefer baş ucumda dün geceden katladığım eşyalarım yoktu.
Tokalarımda komidinin üzerinde değildi, hem bu bayram ince muz çorap alsın diye anneme ağlamamıştım.
Kol çantamın içine bitmiş ama o aşık olduğum komşunun verdiği parfüm şişelerini de doldurmamıştım.
Para verirlerse koyabileceğim, bozuk para cüzdanımda bulunmuyordu artık.
Ayakkabılarım bile fiyonklu değildi daha ne olsun?
Aslında bayram sevinci bile yoktu, o neydi öyle be?
Yolda görsen selamını esirgeyeceğin insanların evine samimiyetsizce gidip elini öpüp yiyip içiyorsun.
Hiçbir şey olmamış gibi gerçekten merak edercesine hal hatır sormalar, kibarlıktan endişelenmeler.
Baştan aşağı kıyafet markasına  bakarak insan süzmeler.
Hiç benlik değildi.
Neyse ki buna katlanmak gerekiyor yılın mübarek aylarında.
Meşhur bayram sabahı kahvaltısı sonrasında aile ziyaretleri için yolda geçen tartışmalar eşliğinde kabristana doğru yol aldık.
Bilmem hep bir tartışma vardır bizde.
Neden yahut niye diye sorulmaz vardır işte bir bağrış.
Ya da annemin zamanında yuttuklarının dışarıya kusması da denilebilir buna.
Babamın babası olan dedemden başladık mezar ziyaretine, Allah affetsin de bir insan bu kadar gudubet, bu kadar soğuk, bu kadar sevilmezdi her hal.
Ama yine de vicdanım dua etmemi engelleyemiyordu.
Ağustos sıcağında olsak bile mezarlık üşütüyordu, çok ürperdim ve sündüm bayramlık kıyafetlerimin içlerinde.
Boğazıma sanki mahallenin piç kurusu çocuğu yumruk atmıştı, böyle bir yutkunamamazlık vardı.
Mezarın başına geldiğimde iki elim semaya kalkmış dua ederken buldum kendimi.
Ağladım, neden diye sorsanız bilmem.
Acıdı işte, ne kadar nekbet, gudubet, huysuz ihtiyar olsa da acıdım.
Onu orada yalnız bırakmak istemedim.
Babamın canıydı, can yarısıydı.
Onun gözünde hiç göz yaşı görmedim, hüzünlenmişti yüzünün burulmasından anladım.
Sanırım babalar ağlamadığı için onlara ‘baba’ deniliyordu.
Annemle  yıldızları  uyuşmadığı halde annem, mezarında ki otları kopardı, kız kardeşim annemin dediği testiye su doldurup anneme getirdi ve annem dedemin mezarını suladı.
Yaşattıklarına teşekkür edip serinletmek istedi galiba.
Annemdi o, benim annem.
Eşi için, çocukları için yapamayacağı şey yoktu.
Ve o gün yine eşi için oradaydı.
Her halde annelerin yaptığı fedakarlıklar yüzünden onlara ‘anne’ deniliyordu.
Örtüsünün kokusundan tanırım onu, farklıydı işte çok farklı.
Ben ise uzaktan izleyip duamı içimden yapmayı denedim.
Ama hiç konuşmadım.
Sonra yine yola koyulduk ve bu sefer başka bir semtte olan annemin annesinin, babasının, kardeşinin mezarı olan mezarlığa doğru ilerledik.
Ananemle dedemi hiç görmedim, ama onlar annemin anne ve babası eminim annem bu yüzden güzel ve onların evladı olduğu için bu kadar iyi.
İlk önce dedemin mezarlığına gittik, annemden hep fedakarlıklarını,  şakalarını ve iyi niyetlerini dinledim.
Onu öyle tanıdım.
Onu tanımıyorum ama seviyorum.
Dualarımı ettim çok içten ve çok samimice, annem dedemin de mezarını sulamayı ihmal etmedi.
Sonra ananemin mezarına doğru ilerledik.
Ananemi ise şöyle tanıdım; anneme hep kızın bana hakkını helal etsin ben hastaydım ve bana baktın hep, onu emziremedin, onunla ilgilenemedin dermiş.
Şimdi duymuyorsun ama bil ananecim hakkım sana elbette ki helal olsun.
Sen bana annemi, meleğimi verdin.
Kızın çok güzel ve melek bir anne.
Yemekleri de çok güzel, bazen kavga ediyoruz ama sonra geçiyor unutuyoruz.
Ananeme de dua ettik, babamla kız kardeşim ilerlerken annem biraz geride kaldı duasını bitirdi ve dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler söylüyordu.
İlerlerken onu izledim.
Annem;
“ – Anne ben geldim.
Bak kızın geldi. “ dedi.
Gözleri ıslanmıştı annemin, canımın yarısının.
Daha fazla annemin dudaklarına bakamadım, içim yandı, içim yoksul, yetimdi sanki.
Ülke de direniş yoktu o an bana göre.
Asıl direniş, gözlerimi annemin ağlayan ve annesinin mezarıyla konuşan yüzünden çevirmemdeydi!
Kıyamadım ona, içini görür gibi oldum o an.
Nasılda yanıyor içi, nasılda acımış nasırlaşmış canımın yarısının içi.
Anneme arkamı dönerek hadi dayıma da gidelim arkamda dur ben korkarım biliyorsun,  diyerek geçiştirmekle kaldım.
Zaten annemin canının ne zaman yandığını anlasam, lafı değiştirip otomatikman saçmalamaya bağlıyorum.
Annem o sıra salak olduğumu düşünüyor, nasıl böyle mantıksız düşünüyorum diye kızıyor ama olsun, o ara kızarken en azından acılarını düşünmüyor.
Babam, kız kardeşim, annem ve benim oluşturduğum dörtlüyle son mezar sahibi ziyaretimize gelmiş bulunmaktaydık.
Mezarı göçmüştü dayımın.
Çok severdim onu, çok eğlenceliydi ve harika, fanatik bir Beşiktaşlıydı.
Çok isterdi bir kızı olsun ve sonunda olmuştu fakat kızı 1,5 yaşındayken aramızdan ayrılıp bize veda etmişti.
Kuzenlerimin baba hasreti, baba acısı hep bir dert olmuştu içime.
O ufak kızı annesi pazara gittiğinde bana baba al derdi ve yolda gördüğü her adama baba diyip sarılırdı.
İlk zamanları hep böyle geçti o kızın.
Pazardan baba alınırsa mutlu olacağını söylerdi.
Annesi zor güç bela anlatıp elinden tutuyordu o ufaklığın.
Atlatamadığım bir travma vakası gibiydi.
Babalarının ölüm haberlerini aldıklarında iz bilmeden,  kaybedip etrafa dağılıp koşmalarını hiç unutmuyorum.
O ölümden sonra büyük kuzenim daha da içine kapanmıştı kabuğuna girip saklanmıştı.
Kimse onu çıkaramadı.
Sanki herkes ona düşmanmış gibi bakıp, öyle davranıyordu.
Öfkeliydi hayata, herkese, her şeye.
Başarmak isteyip başaramamanın hırsı yerleşmiş tohumuna.
Ulan aptal herif, uzat elini ben varım!
Neysee nescafemde soğudu bu zibidiye kızarken.
Mezar başına geldiğimizde, mezarın üzerinde 4 tane şeker vardı hiç açılmamış, bir tane de şeker kabuğu.
Düşündüm, bugün bayramın ilk günü ve bayram sabahı şimdi 6 yaşında olan kızı, annesi ve ortanca oğlu gelmişti büyük ihtimal.
Topladığı şekerleri babasıyla paylaşma sevinci vardı o ufak kızın, o manzara o kadar kötü ki.
Unutmamıştı, babasının da şeker yemesini istemişti ve babasının mezarının üzerine karışık karışık şekerler bırakmıştı.
Nasıl ki bir evlat için annesinin ağlaması kötü bir manzara, benim içinde bu böyleydi.
Allahım nasıl bir sancı var içimde, eşek ölüsü yemişimde çıkaramıyormuş gibiydim.
Hayali ruhaniler beni boğuyor olmalıydı yoksa bu boğazımda ki sıkıntının başka izahı yoktu.
Duamı ettim ve onunla konuştum.

“ –Dayı bak ben geldim. Çok özledim seni, şimdi yanımızda olsaydın seninle kesin Beşiktaş’ın transferlerini tartışıyor olacaktık. Büyük oğlun çok iyi, çok güzel bir asker oldu. Daha dün konuştum, senden bahsedemiyorum ona biliyorsun alttan alttan o da sulu gözdür benim gibi. Ve ben onu ağlatmayı sevmem dayı. Sana dua ediyorum, sana çok dua ediyorum ve dualarımı duyan melekler sana çok iyi bakacaklar inanıyorum, görüşürüz dayıcım seni çok seviyorum.” Dedim.
Gözlerim hemen annemin gözlerine kaydı.
Ağlıyordu.
Yine ağlıyordu.
Ama bu sefer içi değil, gözleri ağlıyordu.
Herhalde bu sulu gözlülüğüm annemden bulaştı başka açıklaması yok.
Mezarlıktan çıktık arabamıza binip misafirliklere doğru yol aldık.
Bayram yalnız olunca bayram olmuyormuş.
Asıl bayram; şekerle, baklavayla değil de sevdiklerin yanında olunca bayram oluyormuş.
Annesinin, babasının elini öpemeyen, kardeşlerinin bayramını kutlayamayanların bayramı asıl kutlu olsun.
Allah kimseye böyle bayramlar yaşatmasın.
Anne, baba, ağbi, ve İrem (kardeşim) siz beni sakın bırakmayın olur mu?

Ben sizsiz bir bayram düşünemiyorum.
Canım ailem iyi ki varsınız.

Pembe Gözlük

3 Temmuz 2013 Çarşamba

+ Ben çocuk kalabilir miyim?









İlkokulun tahta sıralarının önlüğümün kollarını karartıp kirlettiğinde annemden azar yediğim yıllardaydım.
Fazla geçmedi üç aşağı beş yukarı.
Bazı şeyleri görüp susmak zorunda olduğumuz, ve bu zorundalığı hissettiğimiz tek yer yutkunmanın gırtlağımıza asıldığı tek yerdi boğazımız.
Ne acıtıyordu, sanki babam boğazıma yumruk atmıştı.
Babamın annemi dövdüklerinden hatırlıyorum.
Hala hatırımda kaldı, hiç gitmediler aklımdan. 
Ve Ben kavgayı hiç sevmedim de zaten, hep korktum.
Neyse.
İlkokul, ortaokul çağlarımda hep sessiz gizemli ve kendi halinde biriydim.
Kimsenin farkında ve haberinde değildim.
Bundan zevk alıyordum, düşünsene kimsenin farkında değilsin ve vitrinde satışa sunulan şatafatlı bir elbise gibi meydanda değilsin.
Bir kız için garip ama bana çekici gelen farkedilmemekti.
Bunu büyüdüğümde, hatta ve hatta şimdide yaşayabiliyorum garip oluşluğumu.
Aslında bazen düşündüğümde kendimin aynı, herkesin farklı ve abartılı yaşadığını düşünürüm.
Yüksek binalardan korkardım.
Gerek yoktu böyle afilli şeylere.
Pahalı arabalardan ürkerdim.
İçlerindekiler hep acımasız ve kotu insanlar olur diye düşünürdüm.
Tabı böyle düşünmeme biraz Türk sinemaları yardım etmedi değil tabı.
Ediz hun'un pahalı ve gösterişli bir arabayla gelip annesinin (Hülya Koçyiğit'in) evinden Sezerciği zorla kaçırtıp üvey annelere teslim ettiği filmlerle büyüdüm ben ne beklenile bilir ki.
Yanı drama başucu olayımız gibi bir boşluk bulduğunda bok varmış gibi damlıyor.
Neyse ah olaylar, olaylar.
İlkokulun 4. Sınıfının 2. Döneminde geldim ben malum okula.
Köyden şehre taşınmıştık, çok seviniyordum.
Nedenini bilmiyorum.
Ama asla şehrin görkemi, büyüsü değil.
Şehir 17 ağustos'ta ki kayıplarından sonra asla büyülü, gösterişli ve görkemli gelmedi bana.
Yapılan her binanın altlarında o cesetleri görüyor gibiyim.
Komşumuzun 2.5 yaşındaki çakır mavisi gözlerinin korkudan yerinden fırladığını duyduktan sonra, bunları düşünecek zamanım hiç olmadı.
Aklıma geldikçe, çıldırma raddesine gelebiliyorum.
Çığlıklar atıyorum ama gariptir ki o gün olduğu gibi sesim çıkmıyordu ve kahretsin beni kimse duymuyordu!
bu konuyu unutmam için, yazıya ara verip fındıklı neskafe içip öncesinde yüzümü yıkamam gerek.
(5dk geçer)
Neyse geldim.
O okulda sessizdim, sınıf arkadaşlarıma ayak uyduramayacağımı düşünüyordum.
Onların pembe bulutlarda yaşadığını, hiç bir şeyi ciddiye almadığını hatta ve hatta süs bebeleri olduğunu düşünüp on yargılarımdan kurtulamazdım.
Fazla konuşmuyordum, arkadaşım olsun istemiyordum.
Neyse ki 1, 2 tane oldu.
Öyle böyle okul gitti alıştım.
İlkokul öğretmenime hala minnet duyuyorum, kitap okumayı bana alışkanlık eden veli nimetim o benim.
Öyle güzel okurdu ki hikayelerini zaman geçmesin isterdim.
Neyse ki hep zil erken çalardı.
Ayarından anlasam zil ayarını karıştırabilirdim, ama bilmiyordum iste.
Öyle böyle derken 5. Döneme geçtim ve ilk dönemdeyiz, okula başlama heyecanları klasikliği vs.
Klasik normal bir gündü yine sıkıcı bol trafikli, bozuk parkları, bakkalları pahalı olan şehirden ne beklenirdi ki zaten.
O gün derste öğretmen bir konudan bahsetti, okulda yürütülen bir projeden.
Okulda durumu olmayan öğrencilere yardım edileceğini ve bunlar için sınıfta görevli seçmişti hoca.
Bende sevindim insanları mutlu edebilmek uğruna çaba gösteren birileri de varmış diye.
Düşüncelerden sıyrılmama hababam sınıfının melodisi olan teneffüs zili müsaade etti.
Kantine gitmek üzere iken Alı bana seslendi.
+Efendim.
-Şimdi sana bir kağıt vereceğim ne istiyorsan yaz, dedi.
+Niye bunu istiyorsun kı Alı?
-Öğretmen dedi ya iste.
+Benim ihtiyacım yok başka birini bulun.
- Uf yaz iste uzatma dedim sana.
Bu baskı karşısında ürktüm kabul ettim.
Kağıda kalem, defter, çanta yazdım.
Ve Ali'ye teslim ettim.
-bunlar az, daha yaz dedim. Dedi.
Sadece gözlerine baktım ve kağıda uzanmadım.
Garip geldi.
Ben fakır değildim ki.
Niye bana yardım ediyorlardı.
Niye ihtiyacı olana yardım etmiyorlardı.
Dışarıdan fakır gibi mi gözüküyordum?
Babamın gururunu düşündüm.
Çalışıyorum da yettiremiyorum, yardım ediyorlar diyecek diye düşündüm.
Nasıl acıdı ki içim o çocukluk aklımla, hala burnum sızlar aklıma geldikçe.
Okuldan eve giderken üzülüyordum ve sürekli yatarken, kalkarken, uyku arasında, yemekte, aklıma gelecek her yerde "ben fakır değilim" diye tekrar ediyordum içimden.
Ve kopek gibi annemin duymasından korkuyordum.
Huzurluydum, ihtiyacım yoktu bir şeye ve har vurup harman savuracağım imkanım da yoktu.
Kendi dünyamda mutluydum.
Zaten bunu aileme söylesem bunu önemseyeceklerini sanmıyorum çünkü kendi kavgalarından bize sıra yoktu.
Her gece bitmek bilmeyen kavgaları bir sıçan boku tanesi kadar mikroplar beynimin hücreleri inim inim sızlatıyordu.
Açıyordu lan acıyordu acıyor!
Yastığın altına sokup, basımı yorganın altına gömerdim.
Çocukluğumdan kalmış bu huyum bugünüme.
O yorgan, üzerindeki nevresim takımı sanki her şeyi kapatıp, bana duyurmayacak ve her şeyi iyi edecekti sanki.
Buna inanıyordum, buna inanmaya mecburdum.
Ne 2 sokak arkadaki kadının çocuklara deli olmadığını dil döke, döke anlatabilirdim.
Ne de okulda gördüğüm fakır muamelesini.
İnanmak zorundayım, zorundaydım.
2 hafta sonra müdür odasından çağırıldım ve paketleri elime verdiler.
Boynumu büktüm.
Bana açısın diye değil, bilakis utandığım açıklama yapma şansı vermedikleri için.
Bir dinleselerdi beni, anlatacaktım her şeyi.
Ben fakir değilim, babam çalışıyor hatta Cihangir öğretmenin evinde kirada oturuyoruz. 
Annem temizliğe de gitmiyor diyip teker teker anlatacaktım.
Ama kimse dinlemedi, dinlettirmedi beni.
O zamandan alışmış olmalıyım susmaya.
Okul çıkış zamanıydı, kimseye görünmek istemedim.
Arkadaşlarım görsün istemedim.
Ali sınıfa yaymadıysa tabı.
Tuvalete gidip çantama doldurdum eşyaları.
Eve nasıl sokacaktım?
Neyse aklıma mahalledeki çocuklara dağıtmak geldi aklıma, durumu olmayanları gözüme kestirdiğimi verir gibi değil de hediye eder gibi verdim.
Utanmasınlar diye (benim gibi).
Ben fakirlikten utanmadım.
Fakirlik tercih meselesi değil, yaşam biçimidir.
Kişinin kendisi tercih etmez, benim tek amacım beni dinlemelerini sağlayıp kendimi anlatıp, ihtiyacı olan insanlara verip onları mutlu etmekti.
Geçenlerde bir dizide rastladım, okul müdürü çok çalışkan öğrencisi fakır ve ona mont, çizme alıyor. Kız hocam montla çok sıcak hırka ile üşümüyorum, hem benim ayakkabım var ayağım yara.
 Olduğu için giymiyorum, dedi.

Halbuki ayağındaki çorap bile delikti.
Ve kış ayında, dışarıda kar varken, kendisine 2 numara büyük gelen terlik vardı minik ayaklarında.
O saçları örgülü kızın, gururlu oluşunu sevdim fakat çoraplarının delik olduğu için parmaklarını büküşü, yüreğimi, içimi parçaladı geçti.
Evet yine asılı kaldı gırtlağımda.
Hangimizin ayağında delik çorabı olmadı ki?
Hangimiz, onları saklamaktan utanmadık ki?
O değil de çocukken hayat daha mutluca.
Bir şey diyebilir miyim?
+Ben çocuk kalabilir miyim?

Pembe Gözlük

31 Mayıs 2013 Cuma

 
"Bir erkek mesaj atmıyorsa, sevmiyordur. Gururla egoyla alakası yok."

Fakat ben bunu böyle bilmiyordum, öğrendiğimde çoktan paparayı yemiştim.
Hep;
+ İşi vardır, yoksa neden atmasın?
+Uyuya kalmıştır benim bebeğim,
+Telefonu bozulmuştur, zaten çabuk bitiyordu sarjı.
+Kesin mesajım iletilmedi.
+belki iletildi gözüküp iletilmemiştir.

Evet hep böyle düşündüm ben.
Zor zamanım olduğunda bu bahanelere inanmak işime geliyordu belkide kmbilir.
Ama gerçek hep bize geç gelmez mi zaten?
Mesela o konuşacak kişi bulmadığında bana mesaj attığından eminim, ama hep sevmese atmaz yeaaaa dıyordum.
Atmıyorken niye bahane uyduruyordum o zaman maltos kafa !
Geçenlerde yine bulustuk.
Neden rastlastik ve oturup konustuk.
Gelin bana sorun. N e d e n diye?
Bilmiyorum hangi embesıl dusuncem onun yanına gitmemi istedi bilmiyorum.
Hala neden o vardi burasida dusundurucu.
Bir cafe vardı çok kalabalık bir yer, butun şehrin insanları orda sanki.
Kalabalikken, yalniz kalma olayi burdada mumkun.
Kulakligi taktim mi kulaga hobaraleyyy, yok Boyle keyf.
Biz hep oraya gıderdık onunla , ilk baslarda tabı, sonradan insan içine çıkmam yasaklandı.
Beni yıcekler, etrafımızda gordugumuz tum insanlar beni kaçırmak için is birliği yapıyordu zaten.
Gece cop tenekelerinin arkasinda suikast planlari yapan teroristler birligi beni bekliyordu.
Aniden beni kacirip kesebilirlerdi.
Zile basan herkes sapikti, bana sahip olabilirlerdi.
Kapiyi hep evdeki diger kizlarin acmasi gerektigini soylerdi bana degil onlara birsey olsundu.
Balkonada hirsizlar merdiven dayiyormus.
Ahh papazin veresiye defterini animsatan yasak listem benim.
Neyse o cafeye gittim çay sevmeye yeni alısan ben, açık bir çay söyledim ve 3 şeker eşliğinde içerken kapıdan bu girdi.
Nasıl farkettım onuda bilmiyorum ters açıda oturuyordum çünkü.
Cayın şekeri genızımı yaktı.
Bogazimin nefes ve yemek borusu arasinda gel-git yasadigindan eminim.
Görmemiş gibi yapmaya çalıştım ama olmadı bu çok zordu, 2 demlik çayın hepsini benim ıcmem kadar zor bir şey üstelik.
O da ona bakılmanın hıssıyle ince göz taramasıyla gozlerımı buldu ve kahve gozlerini oynatmadi, uzun sıyah kök dipleri sık olan kırpıklerını hıc kıpırdatmadı.
Kıpırdatsaydı, ıslanacaktı tanırım.
Dudakları oynadı, bir şey sayıklıyordu.
İçinden geçirıyordu ama, duymamı istemediği çok belli.
Haa ayrıca yanında arkadaşları varmış sonradan farkettım.
Üzerini toparlar gibi şaşırma etkısınden kurtulma çabalarına girdi.
Arkadaşlarıyla benim maasamı rahat pozısyonda kesebılecek bir masa tercih etti ve oturdu.
Yerinde duramadı surekli kıpırdadı hareket etti.
Bu, olduğu yerde rahat degil ve onun kararsızlıgının belırtısıydı.
Garsona cayımı tazeelemesını ama bu sefer 2 çay biri az önce ki gibi açık ve 3 şekerli diğeri demli ve tek şekerli dedim.
Hıc bakmadım masasına umursamadım şansın, kıvransın o an istedim.
Üst üste gelir ya her şey telefonum çaldı, arkadaşım Buse.
Sevgılısıyle bulustugunu ve maceralarını anlatıyordu ama gulmemek elde degil, kahkahaya bogulmustum.
Onların masasına takıldı gozlerım gülmekten nasıl fırsat bulduysam artık.
Kahkahalarıma sınır oluyordu.
Bunu bilmeniz kolay degil, eğer gözlerini kısarak kırpıklerı birbirlerine carpıyorsa bilin ki durum vahim.
Garson geldi ve masaya cayları bıraktı.
Kafamı eğip, teşekkür işareti yaptım ve o 2. Çay bardagını görünce gözlerini telefonda gulustugum kişiye soyledıgımı dusunerekten kapıya dıktı.
Ahh zavallı tosunum benim, ayrıldık bitti, gıttı, hala kıskanıyon lan deli danalar gibi.
Buse'ye telefonu kapatmam gerektiğini musaıt oldugumda onu arayacagımı söyledim çünkü o soğuk çay içmeyi sevmez ve bu konuda garsonu surekli mızmız çocuk gibi terslerdı.
Kafamı onların masasına cevırdım, zaten bu hazırdaydı.
Kafamı egdım masaya gelmesini ısaaret ettim.
Sanki bunu bekliyor gibiydi, ama caktırmıyordu farkında değilmiş gibi sonradan farketmıs gibi davranıyordu böyle sahte hareketlerine hıc ınanmazdım ve surekli ona söyleyip bunları çok gulerdım, o utanırrdı.
Şimdi öyle yapmayacagım tabı.
Arkadaşlarına bir seyler soyledı ama o gozbebegının ufalıp buyumesınden anladım sevindi çok.
Çünkü o mutlu olduğunda yapardı bunu sadece.
Geldi ve sandalyeyı çekerken nazikçe duraksadı ve izin bekledi buyurr dedim.
Benımleyken bu kadar kibar değildi, zaman bizi sadece yabancılastırmaya yaramıstı.
Urkektı.
Terslememden korktu.
Ellerini ovusturuyordu surekli.
Ki bu endişeli olduğunda yaptığı bir harekettı.
+nasılsın dedim.
-iyıyım şükür, sen nasılsın?
+şükür, çok şükür.
-eee neler yapıyorsun nasıl gıdıyor?

(o e- sesi tıtredı genzınde, urkuyordu benim tosunum.
İyi gıdıyor dememden korkuyordu bu çok belli.)
+okul, is, kitaplar yoğun yanı her zaman ki gibi.
Ee sen ne yapıyorsun? Besyo sınavının bitirme sınavlarını ne yaptın?
Kaldım deme sakın bana.

(Benim rahat olusumdan endıselıydı, kendi benim gibi rahat olamıyordu, pot kırmaktan ağzından bir şey kacmasından korkuyordu.)
- ehehee, gectım.
Dediğin gibi calısınca oluyormus.
Sana söz vermıstım unuttun mu?
Gececektım bıtecektı bu sene o derslerr.

(hala umit ediyordu benim canımın yarısı, hala bana verdiği sözleri hatırlatarak bizden bahsedıyordu.
Korkuyordu, çok korkuyordu.
Benden hıc bize dair bir şey goremıyordu ve bu onu delırtıp sınırlendırıyordu. Sol gözünün dışa donuk olan kırpık dipleri yine carpıyor bak birbirlerine.
Kıyamam sana, kıydıgın gııbı bana.)

-oo çok sevındım, aslında yapacagından emındım yaparsın tabı kıı.
Eee şimdi ne yapacaksın antremanlara devam mı?

(Rahat olmam onu sınırlendırıyordu, o hatırlıyormusun sana söz vermıstım vs tarzında hepbana ımalarda bulunurken ben ehehe mıhıhıı diye sırıtıyordum.
Bu onun kabullenebılecegı zor bir Seydi.
O bir şey ima edıyorsa onu anlayacaksın pasam başka yolu yok ona göre tabı.
Ama karsımda mide fesadı gecırebılır o kadar belli ki, kırpıklerını yelpaze niyetine kullanabılırımmm
Cirpinlarini izlemek guzel tosunum.)

+antremanlara devam hamlamamam lazim, sonucta gures maclarina hala devam etmem gerek bunu seviyorum biliyorsun.
(benim bildigim seylerrr.
Neden bildigimden bahsediyorsun ki, neden bu kadar eminsin kirli sakalllarini optugum.
Bilmiyorum, artik bilmiyorum.)

-Senin adina cok sevindim, unutma hayatta cogu sey gecici, hayatinda kalici seyler yap ki mutlu ve ayakta ol.
(Saatime bakmis numarasi yaptim)
Ben gec kaldim, cafede dergi toplantisi vardi.

+Sey, hayatimdnda kalici seyler yap dedin ya, kalici olmasi gerekirken gecen sendin aslinda.
(bir sey dememi bekliyordu, bu onun yaptigi en cesaretli atakti ve bir sey onu canlandirip sevindiricek bir sey bekliyordu.
Titriyordu karsimda, ve telaslaninca ensesi terlerdi ensesinden koynuna, sol arka kureginde Ben olan o sirtina dogru ter damlalari akiyordu Ben ise canta toplaama telasindaydim.)

Cuzdanima dogruldum ve o.
+bunu yapmayacaksin umarim.
-sira bende, gorusuruz.
Deyip hesabi odeyipcafeden agir adimlarla yurudum sirf arkamdan daha uzun sure baksin diye ve cafenin cikis kapisindan yansimasini goruyorum agzi acik kirpiklerini oynatmadan bakiyordu.

Unuttum Ben koca gobekli Adam unuttum.
Sinirlenince, kirpik diplerinin birbirlerine carpismalarini.
Sasirdiginda, uzerini toparlanmani,surekli kipirdadiginda, kararsiz oldugunu.
Sahte hareketlerini belli ettigini sana soyledigimde - utanmani.
Gozbebegin ufalip buyudugunde- sevindigini.
Ellerini ovusturunca- endiselendigini.
Ensendeki ter damlalaciklari koynuna ve sirtina damladiginda - telaslandigini.
Soguk cay icmeyi sevmedigini.

Unutma ense kokusunu sevdigimm;
Şu bir gerçek; Aramız bir kere bozulduğunda yeniden eskisi gibi olamıyoruz.
Bunu cok denedik.
Olma-
Di.
Olmu-
yor.

Bu saatten sonra sana diyecegim tek sey;
"Sana karşı boş değilim" demesini istediğim tek varlık cüzdanım.
Sen degil.


Pembe Gözlük

30 Nisan 2013 Salı





Seni düşünmekten gözüme uyku girmeyen geceler sana girsin sevgilim, ben artık uyuyorum.

Geçenlerde yolda gider iken tesadüf eseri Sertap Erener'in -iyileşiyorum parçası denk geldi radyoda.
Ha bu BlackBerry telefonlarda radyo yok, sen onca dıdddırıbıddıdaan sonra kendin yüklüyorsun bu bir şikayettir BlackBerry yetkilileri.
Ha şarkıya dönelim.
Aynı beni anlatıyor, ensemden omuz kıvrımlarıma ve oradanda hafif eğim olan bel bölgeme kadar öyle bir rahatlık geliyor kı bu parçada sıkça sürekli tekrar dinleme ihtiyacı duyuyorum.
Belkide kendimi iyileştirmemin yolunu buldum ve pek ala ki buna gülüp seviniyorum.
Gülmeye ihtiyaç var bu memlekette hemde en alalısından.
İnsanların ihtiyaç lıstesının çoğu zaman söyle olduğunu anımsıyorum;
+Ekmek,
+Su,
+Çay,
+Sigara,
+Mutluluk.
(Her ne kadar sigara bana uymasada listenin çoğunluğu bu.)
Mutluluk satılsın abi, kızların ki fıyonklu paketlerde erkeklerin ki onlara uyabilecek bir amblemde işte.
Hayallerimin en diplerinde sakladığım bir meslek bugünlerde bana yeşil ışık yaktı hemeeen olayı kaptım yaklaş annnem dedim.
Gel buraya annem, geel.

Moda tasarım!
Evet içimde bu var.
Kumaşlar, iplikler, iğneler, kendin çiziceksin tasarlayıp giyiceksin bundan misi var mı hı?
O kumaşların dokularını parmak uçlarınla hissetmen koyu ama 10 B kalem ile kumaş dokularının modelini kağıda çizmen bunlar benim için ayrı ayrı fakat çok özel bir zevk.
Ama o parmak uçlarımla kumaşın cinsini anlayabilmem için dokunduğumda tum vücuduma elektrik gidiyordu sanki ayrı bir haz.
Ayrı bir eğim, çok ayrı bir şey işte oğlum.
O yüzden perryle resim kursuna gitmeye kaarar verdim.

Çizimim iyi değil.
Hatta Murat Hoca daha önce çizim yaptın mı dediğinde.
+Buraya gelmeden önce çizmeye kalktım ama ortaya çöp adam çıktı hemde gözlüklü dedim.
Hoca Allah bilir hangi organıyla gülmüştür bana ehee.
Neyse Mucize perryy'mle aynı şehirde yaşıyoruz artık, o resim kursuu için burada bir yurtta kalıyor.
Ama sık sık buluşuyoruz, buluşmasak bile ki bu 2 günü geçmez whatsapp bir parmak kadar ucumuzda eheehey.
Neyse bende kurşa gitmeye karar verdiğimi bir daha teyit etmek istedim.
(Ta ki bu hayalım çok acımasızca sonlandırıldı bazı kokuşmuş sebeplerden dolayı.)
İlk gittiğimde daire ve yatsı elips çiziminin önemini anladım.
Ama abi bir yuvarlak çizmek ne kadar zormuş.
Ha evet sizin anladığınız benim uygulamakta sorun çektiğim o yuvarlaktan bahsediyorum.
Cıkss olmuyor Abii, yani ustu olsa sağı yamuk.
Yanımdaki adamlar karşıda sandalyede oturan mankenı çiziyorlar.
Bende resim kağıdımı onlardan gizli tutmaya çalışıyorum ;
+Kıza bak ehee, daire bile çizemiyor.
Demesinler diye.
Evet okudugunuzda ilk aklınıza gelen gibi eziklendim, utandım.
Sonra hoca her ne kadar oluyor desede bu teselliyi yemedim Murat Hoca burdan diyim.
Sonra karşıma bir basket topu koydu.
Eeneeem yine bir yuvarlak.
Karakterist olaraktan yuvarlağa karşı bir simetrim var.
Sevmiyorum soğuk geliyor yani.
Günlük eşyalarımın, arasında elips ve daire çizgisi bulunması imkansız yanı o kadar illet sevmiyorum çirkin şey seni.
Neyse basket topunu çizdim.
(çizmeye çalıştım)
Öyle falan o gün bitti kurs.
Güzeldi.
İstediğim hayal ettiğim şeylere yaklaşmanın illisyonistik bir ince çizgiydi bu.
Gülümsüyorum, ve etraftaki gözüme batan tüm kötü şeyleri sevmeye başladım.
Buna şaşırdım.
Benim için o kadar hassas ve ince çizgi ki kendimden zerre kaadar taviz vermeye eğilimim olamazdı.
Daha doğrusu aslında sevmeye başladıklarımı önemsemediğiım için gözüme eskisi gibi batmıyorlar demem daha uygun olurdu herhal.
Mutluluk ver elini fora yani.
Ama mutluluklarımın uzun sürmeyecegını bilmem benim için bir klasik.
Ha yabancı gelmiyor üzülmem vs vs.
Başkalarının düşüncesi hayatıma o kadar yansıyor ki, bunlara kulak tıkamakta bazen işlevsel olaraktan zorlanıyorum.
Bir insan için, 'ben ' olamamak ne kadar zor bir şey.
Düşünsenize kendi, düşüncen ve hayalin , isteğin ne bileyim sebepsiz dürtülerle bozuluyor.
Ama artık o kadar dik durmaya alışmışım ki, belimi bükmeye hıc bir sebep neden olmuyor.
Galiba, sanırsam ben güçlü biriyim.
Yıkılmayı sevmiyorum.
Korkmuyorum, önemsemiyorum.
Aslında pekte umursamıyorum. 

The Libertine adlı yazarın bir sözüne rast geldim baya oluyor 1.5 sene kadar fazla olabilir ama az değil.

"Kafana çivi çakmayı bile düşündüm. Ama daha kötü bir şeye karar verdim; Seni görmezden geleceğim."

Bu sözü hayatımın ilkesi edindim.
Mesela ben programsız, hiç bir şeye bağlı olmayan bir insanım.
Hiç bir şeyi fazla bile sevmem, en ufak bir şarkıya bile bağlanmam.
Ne bir ruj rengine, ne bir parfüm kokusuna, ne de rengine takılıp surekli giyebileceğim bir ayakkabıya.
Hiç bir şeye bağlı kalmam.
Ama bu söze bağlandım hatta benim bu bir ilkim.
Neden bağlı kalmam, yeni ve doğal olan her şeyin bir fırsata ve bir şansa ihtiyacı olduğunu düşünürüm.
Her neyse, bu ilkeme dayanaraktan kurstan ayrılmam her ne kadar sarsıntılı geçse de ayağa kalkmayı başardım.
Ama pes etmedım.
İstedim ve bunu yapacaktım ve ben bundan emindim.
Kafama koyduğumu yapma deliliğim var, olmazsa olmazım yanı.
Çizimlere evden devam ediyorum, sağ olsun Yahya hocam vardı kursta ona çizdiğim resimlerin resmini çekip sosyal medyadan bir ileti halinde yollayabilme ihtımalim olduğunu sorduğumda elbette kı deyip sıcak ve samimi davrandı.
Şimdi siz okuyanların önünde ona teşekkür etmek istiyorum.
Ha kendisinden bahsetmeden edemeyeceğim.
Kendisi benim kursta ki Hocam.
Alttaki Perry'mın yazısında bahsettiği Furkan ile amca oğlu oluyorlar.
Dip not; Furkan çok komik birisin evet kabul ama insan yeni tanıdığı birinin sözünü çalar mı?
Hemde benim cıksss.
Neyse şaka kaçtım sana Furkan merhaba.
Kursa 2. Derse girdiğimde, bir garip oldum çizimim bu seferde kuklaydı !
Pis kukla!
Kötü kukla.
Kokuşmuş kukla.
Bel kısmını çizemedım bu sefer ehee ben çok beceriksiz olduğumu düşünmeden edemıyorum.
Neyse o akşamı bir garıptım karsımdakı insanın nasıl bir karaktere ve düşüncelere sahip olduğunu hissedebılme huyum var kahretsin.
Paylaşmayınca omuzlarım ensem ağırıyor.
Mesela Furkan, o kadar komik biri ki, o kadar rol yapabilen biri ki.
İçinde fırtınalar kopsa bile deli gibi kahkaha atabilecek kapasiteye sahip.
İyisin Furkan, iyi.
Dediklerimi unutma, çok güçlüsün.
Ha bir de Yahya Hocam vardı ya hani bir insan bu kadar mı sert, ağır, ciddi olur.
Yanı ismini duyduğumda bile bir sertliği hissediyorum.
Cıkss bir garip oluyor insan yani.
O da düşüncelerini içinde yaşayıp dışarı vurmayı istemeyen bir insan.
Bu konuda yanı anlatamayacağım bir çok konuda ortak noktamız var.
Özel hayatının deşifre edilmemesinde temkinli davrandığı için burada onunla ilgili yayını kestik.

Ha benim bu ara 37 ekran televizyondaki cızırtı gibi arada error veren ruh halim vardı.
Sahi o nerede?
Kesin fındıklı cafe Crown yapmaya gitmiştir.
Ha bu arada yeni alışkanlığım cafe Crown fındıklı bu ara takılıp kaldım.
Şu an bu yazıyı yazarken, Furkan'ın ruh haline girdim.

Canım yanarken kahkaha atma metodunu çok iyi uyguluyorum.
Abi benim canım yanıyor, ben size yukarıda Cafe Crown diyom.
Edeyim ben crownuna cafesine.

İsteklerım elimden alınınca hiç iyi bir insan olmuyorum ben.
Hayat kısa.
Gülüp geçmeye çalışma çabamı yine ve tekrar tekrar yeniden seviyorum galiba.
Diyeceğim o ki bu ara öğrendiğim tek şey;
Eğer sevmediğin kişilerin yüzüne bakmak zorundaysan ve istesende kaçamıyorsan; gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun demektir.


Pembe Gözlük !

26 Nisan 2013 Cuma




"Değer verirsin götü kalkar, seversin kaçar, iyi niyetli davranırsın sustimal eder" Eşşek sudan gelinceye kadar dövülesi insan modeli.
Mutlaka bu tarz insanlar etrafımızı kaplamıştır, yalan söyleyip kıvranmanın zamanı değil şimdi.
Bir sivilce gibi sıkıp yok etmek istedim bak şimdi, beni gidi antibakteriyel beni.
Bu günlerde içimde bir öfke, bir sinir tortusu hakim.
Başkaları için yaşamak, başkalarının dediği gibi yaşamak, başkalarının düşünceleri, başkalarının görüşü, başkalarının dedikleri, başkalarının söyledikleri.
Sıçayım ben o başkalarının her hücresine.
Ben buna kızıyorum, fakat bazen elden gelmiyor biliyorum.
Ama körü körüne altı çizilmiş köleliğe alışmak zor evet, ama üstesinden gelmeye çalışma senfonileri iyi de kulak tıkıyor hani.
Hayatımda kı insanların hiç birini ben seçmedim, fakat bazıları içime öyle oturuyor ki ıhhh kaldırmak mümkün değil.
Hah böyle ol canımı ye canımın içisi.
Bu yazıyı telefonumun not defteri bölümüne yazıyorum, kulağımda kulaklık son ses Duman- Beni yak herşeyi yak.
Bu ara böyleyim.
Dipteyim.
Çıkamıyom, ayyuka abi.
Böyle hani 15-17 büyüdüm daha küçüğüm gelgitleri olur ya hani böyle ağır ergen jargonları böyle bir drama halinde yaşanır ya, ahanda tam öyleyim.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, bazen sırf güleyim diye hunili karikatür sayfasına girip sıyırıyorum evet durum o kadar ağır.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, mümkünse
feysımı bilen ınboxa önerilerini akıtsın.
Zaten bu hafta hep mavi dosyaları düzenlemekten sıkıldım, kimse görmüyor ama ben bazen babetlerimin içinden ayaklarımı çıkarıyorum sıkışıyorlar abi içinde, nefes alsın çocuklar.
Ama ayaklarım kokmaz.
Koksa, ilk ben farkederim cınım.
O değilde aklıma şey geldi, bir insan durup dururken neden kaşınır?
Neden başkalarına sataşma dürtüsü gelir anlamam.
Bazen safın önde gideni olduğumu düşünüyorum.
Sonra tevbe çekiyorum kendime geliyorum.
Geçenlerde mesaj kutumda bir esemes belirdi
, numarası kayıtlı değil mesajda şöyle yazıyordu;

+Saçlarını hala her gece yıkayıp tarıyor musun ?
Rimelinin kapağını her kirpiğine sürüşte eline bulaştırıyor musun?
Sevdiğin pembe rujun bitmiştir şimdiye kadar, aynısını bulabildin mi?
Ha ayrıca, hala o mor badiyi giymeye devam ediyor musun?
Birde o beyaz saatini sana yakıştırmıyorum takma onu lütfen.

Cıkss cıkss abi bu kimdi ha biri şaka yapıyorsa söylesin tırsarım ben olum.
Yani bu öyle biri olmalı ki saçımı, rujumu, rimelimi, saatimi, badimi biliyor.
Abi kimdi bu ibne?
Sonra kafamda hani derler ya ampul yandı, o ampulü asla görmesemde o deyimi yineleme ihtiyacı duydum.
Bu o lan.
Bu en yakın arkadasımla(kaşar) ile, hatta derrs çalıştığımız gün aramızdan işi olduğunu bahane edip ayrılıp benim kaldığım eve bu kaşarı getiren tuvalet tutasının ta kendisiydi.
Ha yani bana mesaj atacak en son kişi yani ne vardı da mesaj atıyor onu anlamadım, hangi yüzle mal !
Ne sıfatla, mesaj atarsın çift sarılı yumurtanın çiğ kalan tarafı seni.
Mendebur, suratsız seni.
Paslanmış mandal, buruşuk gömlek.
Tuvalet kağıdının kartonu ne yüzle hala beni merak edersin.
En son bir şey demeyip gittiysem sizin pisliğinizden sıyrılmak içindi.
Allahım, seni seviyom.
Çok seviyom Allahım.
Ama su gereksiz lavazımata biraz ar, gurur, yüz nasıp et benim güzel Allahım.
Tabi bu mesaja sinirlendim.
İçeriğine değil asla.
İsmini karaladığım insanın üzerindeki çizgiyi asla bir silgi ile silmeye çalışmam.
Ben kırtasiyeci Mehmet amcamıyım yeeaaa.
Mesajı kaale alıp cevap vermedim, derhal hafızamdan çıkarmak için sildim.

Uff, pufff yok olduu.
Ayrıca dibine not ki;
En büyük haz,arkanda köpek gibi pişman olan birinin olduğunu bilmektir, paha biçilemez.


Pembe Gözlük!