1 Nisan 2016 Cuma


Ben bir kitabın, kitap ayracı olmaktam vazgeçtim dün gece.

Bir "vazgeçme" eylemi kadının nazarında pek te kolay gelebilen bir şey değildi.
Devrimdi, kaostu, arbede idi, toma idi, kaslı barikat kuran bir polisin korumacı tavrı kadar keskindi.

Kolay değildi işte bir kadının vazgeçmesi.
Ağırdı, ağrıtırdı.

Ben seven bir kadının gözünde ki çaresizliğe astığımdan beri kendimi, kutsaldı her kadın bana.

Kulak memelerine çivilediği küpeleri bile her kadın kadar dişiydi biraz.
Geçenlerde bir yazarın "rahmindeki analığa  imreniyorum. Saçlarının tellerine imreniyorum." yazısına gözüm takıldı
Rahminden, saçının telinden de sevilirmiş kadın.
Sevin elbet kadınınızı.
Sevin.
Veda edeceğiniz, size veda edeceğini anladığınız  adamlara sarılın.
Sıkı sıkı sarılın.
Sarılmadan hiç veda edilir miymiş?
Kim çıkarıyor bunları yahu?
Bir batsın kaburga kemiği boşluğunuza, sonra gitmek mi istiyor?
Gitsin!
Gidebilirse gitsin.
Eğer gidebiliyorsa gitsin!
Ben giden bir adama "dur"  denilmeyeceğini öğrendiğimden beri bir adam tarafından tam 14 kez terk edildim.
Yanlış okumadınız.
Tam 14 kez terk edildim.
Yooo, hayır.
Aptallık değildi.
Sevdaydı, gamdı, kederdi belkide ama aptallık asla değildi.
Ama Sevdaydı eminim buna.
Siz hiç sizi terk ederken giden bir adamı sevmeye devam ettiniz mi?
Siz hiç koskoca bir adamı ufak bir oğlan çocuğu gibi bağrınıza sokup, nası gibi kafasını bağrınıza bastırıp ensesini kokladınız mı?
Size kızmasını, şımarmasını, çocukluklar yapmasını, sonra ufak bir çocuk gibi size yanaşıp kendini affettirmesini izlerken bir adamı sevmeye devam ettiniz mi?

Sizi "sevgili"  kavramı barındıran mahlas tan uzak tutup "annem, evim, yuvam, (maviden kadınım)"
-diye sevmesine izin verip ömrünüzün tam üst rayına bayrak dikmesine müsade ettiniz mi?
Dudaklarınız var iken sizi avuç içlerinden, el bileklerinizin içinden, damarlarınızın üzerinden,
 kokunuzdan, parmaklarınızı kaplayan etten derinizi öpen bir adamı kaç kez sevdiniz?

Bir sevda ancak, bir sevda üzerine kurulur ise tamamlanırdı.

Ve dünyanın gök kubbesi gökyüzü olan bu kainatta tam bir kez, evet tam bir kez bir adam tarafından tamamlandım.
Tam-anlamlandırıldım.

Şimdi hangi gökyüzünde kuş olmuşum, hangi  yeryüzünde bir şair tarafından şiir olmuşum kime ne?
Üşüdüm.
Üşüdüm.
Çok üşüdüm.
Hiç bir mavi, hiç bir gri ısıtmıyor artık beni.
Tahtakalenin renkli mandalları ile göğün yüzüne tutturulmuş yıldızlarda benden taraf değil bu sıra.
Koskoca göğün yüzü maviden bir kadına nasıl olursa sırt çevirip örseleyebiliyordu ki dişiliğini?
Nasıl olurda göğün yüzünün mavisi ile boğmuyordu onu?
Siz hiç çaresiz bir kadının gözünün yaşını elinin tersi ile sildikten sonra başka bir gönüle yerleştiğini gördünüz mü?
Kadınlığından incinen bir kadın,  çiçekler açtırır mı vücudunuzda?
Bak bu hüzün.
Bak bu hüzün dedim ya, gerçekten bir hüzündür bu.
Bir kadının eğrildiğini ağzı ile söylemesi kadar da korkunç.
Her gece yastığına parmağıyla  masal kahramanlarını çizen, kadınların yangınıdır koca bir adamın çocukluğunda ezilmesi.
Tutunamıyorum.
Düşüyorum.
Fesleğenlerime anlatıyorum hala ben bunları.
Bir kadının bir adam tarafından tam  14 kez terk edilişini.
Fesleğenler hep susuyor.
Fesleğenler hep dinliyor.
Fesleğenler hep yanımdalar.
Tam şurada.
Ellerimin altında.
Bazen ara sıra fısıldadıklarını işitir gibi oluyorum.
Sonra geçiyor.
Fesleğenler konuşmaz -dı çünkü.
Ben içimdekilerini cansız olmasına dikkat edip özen gösterdiğim her şeye anlatıyorum.
Bir banka, bir telefon direğine, bir kahve kupasına, bir ahşap masaya, bir çay kaşığına mesela geçenlerde üzerimi örten yorganıma anlattığımı gördüm.
Bazen kitaplıktaki kitap ayraçları ile konuştuğumu fark ediyorum.
Sonra kitaplığa para bandı ile yapıştırdığım ender yazarların kendimi bulduğum sözlerini not aldığım müsvedde kağıtlarına ses edip, konuşuyorum onlarla mesela.
Bahar geldi bak.
Havalar biraz daha ısındığında bahçedeki ahşap salıncağa da anlatmayı planlıyorum mesela.
Yahutta film İzlerken kucağıma yerleşen içi abur cuburla dolu plastik bir kaba ya da seninle beraber kullandığımız, sana da sırf mavi diye aldığım cam kavanoz bardağa.
Daha ne kadar anlatıcam?
Daha ne kadar omurgamdan bildiğim seni, vücudumdan arındırıcam?
Daha ne kadar adının geçmediği cümleler kuracam?
Ne kadar içinde sen olmayan nesneleri, kişileri, yahutta her hangi bir şeyi özleyeceğim?
Tutunamıyorum demiştim ya, bak ben sahiden tutunamıyorum.
Her kadın severken sıyırırdı biraz.
Sıyırdık albayım, sıyırdık.
Mümkünatımız yok bundan böyle.
Üzgünüm.
Katilim sizsiniz.

Dündüşündümbugünyazdım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder